Kitapları | Alıntılar

YANILGI ÇEŞİTLEMELERİ[i]

Sayın Emin Özdemir,

Baktım ki bana verdiğiniz yanıtın başlığı "Özleştirme Üzerine Yinelemeler", sayfaları çevirip son sözlerinizi okudum: "Dilin çok boyutlu yapısı içinde yeni sözcük yaratımını tam olarak değerlendirme, hem dil içi hem dil dışı nedenleri çok iyi bilmeyi, öğrenmeyi gerektirir. Bu nedenlere yaslandırılmadan yapılan bir tartışı da bekleneni sağlamaz. Diyesim şu Bay Gelencik; bilmediği bir konuyu tartışmaya yeltenmemeli kişi. Gerçeğe, kendisine ve okurlarına birazcık saygısı varsa..."[1] Tartışmayı bırakmamı istiyor musunuz, öğütlüyor musunuz, yoksa tartışmaktan vaz mı geçiyorsunuz, anlayamadım. Ama şunu anladım: Bilmediğim bir konuda sizinle tartışmaya yeltenmişim. Siz de bildiğiniz bu konuda ağzımın payını çoktan vermişsiniz de benim hiç haberim olmamış. Bunun üzerine ilgiyle okumaya başladım yazınızı. Meğer ben saplantılarımdan sıyrılamamışım, yanılgılarımdan kurtulamamışım; bunları başaramamış olmam bir yana, büsbütün karıştırmışım konuyu da onun için üçüncü kez yazmışsınız. Bu acınası durumdan kurtulmam için de "yineleme yöntemine" başvurup son bir iyilikte bulunmuşsunuz bana. Sağ olun! Yenilen güreşe doymaz, derler. Siz de öyle deyip hoşgörüyle okursunuz yazımı diye düşünüyorum.

Çeyrek yüzyıldır ilgilenirim dilsel sorunla. Bu soruna ilgi duyanların çoğaldığını gördükçe gönenirim. Onlara bakarak birtakım insanların bilmedikleri bir konuyu tartışmaya yeltendiklerini düşünmem sizin gibi. Sorunun çözümüne onların da katkısı olabileceğini düşünürüm. "Ulusal dili koruma ve geliştirme uzmanlığı" veya "özleştirme uzmanlığı" diye bir uzmanlık olduğunu da hiç işitmedim. Bence, bir insanın dilsel sorunda söz hakkı olması için anadilinin Türkçe olması yeter de artar bile. Özel hallerde buna da gerek yoktur. Dilsel sorunu birtakım uzmanlar tartışacaklar, onların dışında kalanlar da mollalar gibi el bağlayıp seyredecekler, kavuk sallayacaklar, öyle mi? Doğrusu sizin bir uzman olup olmamanız hiç önemli değil benim için. Yaptığınız işe, savunduğunuz görüşe bakarım ben. Röntgen'e ışın, emperyalizm'e yayılmacılık, burjuvazi'ye kentsoyluluk, kapital'e anamal karşılıklarını önermek veya benimsemek gibi yanlışlar yapan bir kimsenin uzman olup olmaması neyi değiştirir? Yanlış, yanlıştır. O kimse gerçekten bir uzmansa ne uzmanıdır? Yanlışlıklar uzmanı mı? İşittiğime göre TDK üyeleri arasında kasap bile varmış. Yadırgıyor kimileri bunu. Bir bakıma haklılar; çünkü Kurumun kapıları değerli birçok yazarımıza kapalı tutulurken kasaplara açılmıştır, diyorlar. Bir bakıma da haksızlar; çünkü dil geliştirme işine gönül vermiş bir kimsenin kasap, berber, yufkacı vb. olmasını sakıncalı bulmak gibi bir garipliğe düşüyorlar. Bırakalım böyle gariplikleri. Elbirliğiyle çözülecektir dilsel sorun. Bu çorbada uzmanların daha çok, uzman olmayanların daha az tuzu bulunur deyip kapayalım bu konuyu. Sakıncalı bir anlayıştır sizinki. Dil geliştirme işini dar bir çevreye bırakmayı önermektir. Ayrıca, uygulanır yanı da yoktur. Elbirliğini engeller, o kadar. Bir yurttaş dilsel sorunla ilgileniyorsa bunun bir gerekçesi olmalı değil mi? Herkes bir işe o işin uzmanı olduktan sonra gönül vermez ya; kimileri önce gönül verir, sonra uzmanlaşır. Bence böyleleri çok daha yararlı olabilir. Yurdumuzdaki bütün uzmanlar dil geliştirme işine gönül verdi de, benim mi haberim olmadı?

Dilseverleri, özleştirme ülküsüne gönül vermiş olanları suçluyormuşum. "Devrimci, halkçı, laik bir tutumla [dilimizi] geliştirme çalışmalarına" ben "şoven küçük-burjuva tutum ve uygulama adını koyarak" suçlayıp karalıyormuşum. "Başta Ataç olmak üzere öz Türkçecileri bu bağlam içinde" yargılıyormuşum. Siz ne diyorsunuz allah aşkına? Kimseyi suçlamıyorum ben. Sözlerinizi okuyunca yanılıp şöyle düşünenler çıkabilir: "Emin Özdemir, bütün dilseverleri, özleştirme ülküsüne gönül vermiş olanları Ragıp Gelencik'e karşı kışkırtıyor." Oysa böyle bir niyetiniz yok, biliyorum: Ağzımın payını verdiğiniz kanısındasınız. Başkalarının desteğini neden gerekseyesiniz? Suçlamadan, karalamadan söz ediyorsanız, "şoven", "küçük-burjuva" sözcüklerini kullandığım için yapıyorsunuz bunu. Doğrusu bir bakıma pek haksız da sayılmazsınız. Ben de biliyorum "şoven" sözcüğünün hoş çağrışımlara yolaçmadığını, "küçük-burjuva" teriminin bazan aşağısama amacıyla kullanıldığını. Ama benim dünyagörüşüme göre ulusalcılık, şovenlik vb., her şeyden önce, belirli tarihsel koşullarda, belirli ülkelerde, belirli toplumsal sınıfların benimsemek durumunda kaldığı, benimsediği birer ideoloji ve politikadır. Şovenliğin (veya şovenciliğin) ayırıcı özelliklerinden biri, biraz yumuşatarak söyleyeyim, ulusal olanı cici, olmayanı kaka saymasıdır. Ataç yabancı kökenli bütün sözcüklere, halk dilinin özümsediklerine bile düşmanlık ettiği için onun tutumuna "şoven" diyorum. Bu amaçla kullanabileceğim daha uygun bir sözcük veya terim gösterin, onu kullanayım. Gene benim dünyagörüşüme göre, sınıflı toplumlarda herkes ister istemez bir toplumsal sınıftan veya tabakadandır. Bu, suç da değildir, yüzkarası da değildir. Küçük-burjuvazi, tarihi boyunca kaypaklık etmiştir ve kaypaklığını sürdüreceği beklenir. Ama bu, her küçük-burjuva kaypaktır ve hep öyle kalır, demek değildir. Yoksa tarihte küçük-burjuva kökenli bir tek devrimci göremezdik. Ataç'ın tutumu için "küçük-burjuva" terimini kullanıyorum; çünkü genellikle küçük-burjuva aydınların benimseyip desteklediği bir tutumdur. Demek ki onun tutumuna kendi dünyagörüşüme göre ad koyuyorum. Ad koymak suçlamak, karalamak mıdır? Dilseverlere, dilimizin gelişmesi için çalışanlara özel bir saygım vardır. Onların başarısı beni sevindirir, bocalması yerindirir. Bizdeki dil geliştirme çalışmaları gösteriyor ki dilsel soruna şovenci ve ırkçı yaklaşımlar başarıyı geciktiriyor, birtakım sakıncalar doğuruyor. Şovenciliğin ve ırkçılığın ancak gericilerin işine yarayan politikalar olduğunu söylemeye de gerek yok sanırım. İşte bunlardan ötürü, şovenciliğe ve ırkçılığa dil geliştirmede de karşı çıkıyorum.

Bazan (yoksa sık sık mı?) nasıl söylediğinizi anlayamadığım sözleriniz oluyor. Örneğin "Dış dünyanın, gerçeğin algılanması sözcükler yoluyla olur."[2] diyebiliyorsunuz. Bu sözünüzün neden yanlış olduğu üzerinde durup zaman yitirmeyeceğim. Ama buna benzer birkaç sözünüz üzerinde durmalıyım. Diyorsunuz ki: "Tük Dil Devrimini ... bu devrimin düşünsel yapısını oluşturan bağımsızlık, ulusallık, devrimcilik, halkçılık ve laiklik ilkelerini göz önünde bulundurmak gerekir. ... Bay Gelencik, ... Dil devriminin düşünsel yapısını temellendiren ilkeleri görmezleniyor; bunlardan yalnız birini, 'ulusalcılığı', onu da çarpıtıp 'ırkçı', 'şovenist' yönsemeli 'küçük-burjuva ulusalcılığı' diye ele alıyorsunuz. Bu da sizi bilimsel düşünüşten, konuyu bütünselliği içinde görebilmekten uzaklaştırıyor."[3] Şu "dil devrimi" dediğiniz şeyin ilkelerini neden şöyle sıralamadınız: Cumhuriyetçilik, devletçilik, milliyetçilik, halkçılık, laiklik, inkılâpçılık? Cumhuriyetçilik ile devletçilik olmadan da Almanca geliştirilmiştir diye mi düşündünüz? Belki. Yoksa onlarla dil geliştirme arasında ilişki mi kuramadınız? Belki. Ama onları anmayarak işimi biraz kısaltmışsınız. Daha sonra, "Bir de şu var, dilde halkçılığı yanlış anlıyorsunuz Bay Gelencik."[4] dediğiniz için halkçılıktan başlayacağım.

Nerden çıkardınız dilde halkçılığı yanlış anladığımı? Tartışmamız boyunca "dilde halkçılık" üzerine bir tek söz söylemedim. Sizin dilde halkçlık tanımınız ile dilsel tutumunuz arasındaki çelikiyi gösterdim. Bununla yetindim. "Tanımınız sizin olsun", dedim. Hepsi bu.[ii] Dilde halkçılık konusunda üstüme varır gibi bir haliniz var. Pek mi güveniyorsunuz kendinize bu konuda?

Dilde halkçılık olmaz, Sayın Özdemir. "Halk" sözcüğü, çeşitli ülkelerde, öteden beri farklı anlamlarda kullanılmıştır. Bir ve aynı ülkede, ayrı ve aynı tarihsel dönemlerde de farklı anlamlarda kullanılagelmiştir. Halk, farklı politik görüşlere göre farklı tanımlanablir. Bir ve aynı politik görüşe göre de, bugün ve yarın, farklı tanımlanabilir. "Halk" sözcüğüyle sınıfsallık epeyce arkaya itilir ve gene de, her zaman, gözönünde tutulur. Onun için, bir "halk" tanımına dayalı herhangi bir "halk dili" tanımı, dilde sınıfsallığı belirli bir ölçüde de olsa kabul eder. Oysa, sınıflar ile dil arasındaki ilişkilerde farklar bulunmakla birlikte, dilde sınıfsallıktan değil, ancak toplumsallıktan ve ulusallıktan söz edilebilir. "Halk dili" tanımı herhangi bir "halk" tanımına göre kotarılırsa, birçok "halk dili"nden söz edilmesine olanak verilir, belirsizliğe düşülür. "Halk dili" herhangi bir "halk" tanımına dayanmadan, "halk" gibi onun da değişebildiği gözönünde tutularak tanımlanmalıdır. Bizde, göçebe Türk boylarında ve oymaklarında halk dilinden söz edilemez. Anadolu Selçukluğu Sultanlığı döneminde halk dili, resmî dil olan Farsçanın ve el üstünde tutulan Arapçanın karşısında; Osmanlı döneminde ise, Osmanlıcanın karşısında, İmparatorluk sınırları içindeki varlığının tümüyle Türkçedir. Oysa bugün halk dili, Türkiye'deki varlığının tümüyle Türkçe değildir. Artık "halk dili", dilimizin (ulusal dilin) en yaygın ve en canlı veya en işlek kesimidir. Halk diliyle ilişkileri bakımından bir Koç, bir Sabancı ile sıradan bir işçi, bir köylü arasında fark yoktur. Bundan ötürü dil geliştirme çalışmalarında "halk dili" her zaman, özellikle gözönünde tutulmalıdır. Görüyorsunuz ki benim için dilde halkçılık olamaz.[iii]

Ataç da dilde halkçı değildir. Ama onun gerekçeleri başkadır. Bakın, bu konuyla ilgili sayabileceğimiz neler söylemiş: "Halkın, bu ulus çoğunluğunun dediği gibi yazmağa kalkmayın sakın, büyükten büyük karkotan ağası aydınlarımızı kızdırırsınız, inciniverir kulakları! ... halk dilinde ne bulursak almağa kalkmamalıyız. Seçmemiz gerektir, halk dilinden alacağımız sözlerin kökünü kaynağını aramalıyız. Yoksa divan şairlerinin doğru kullandıkları Arapça, Farsça sözlerden kaçıp halkın yanlış kullandığı Arapça, Farsça sözlere düşeriz. ... Halktanım ben, halkın içinde bir kişi. Halkın ne arkasına düşerim, ne de önüne geçerim. Büğüne değin halktan üstün görmedim, halktan ayrı saymadım kendimi. Bunun içindir ki halka küçük, bayağı, sudan şeyleri yeter bulanlara kızarım. ... Tüz (halk), bilisiz kişiler yanlış söylüyor diye bir toplum okuryazarlarının da yanlış söylemesi mi gerekir? ... Arapçadan, Farsçadan bozularak kamunun, çoğunluğun diline geçmiş tilcikleri seviyormuş onlar. Ben anlayamıyorum o görüşü. Şimdiye dek çoğunluğa önem vermedim, çoğunluğun beğenisine inanmadım. Hep 'mutlu azınlığı' düşünürüm, öteden beri yalnız onu... Bir toplumu ilerleten ancak mutlu azınlıktır da onun için. ... Dil, yazın, dörüt, bilim, hepsi bunların seçkinler içindir, bilisiz çoğunluk için değil."[5] Ataç'ın ne mene bir dünyagörüşü olduğunu da gösteren pek açık çelişkilerle dolu bu sözleri üzerinde durmayacağım. Belli ki inanmıyor dilde halkçılığa. Önerip kullandığı bazı sözcükler de kanıtlar bunu: Örneğin, bahşı (aşık), özge-ağzı (avukat), yancık (cep), satıca (çarşı), iyemsiz (çirkin), betlek (defter), bağlanç (din), söyük (duvar), yidgün (hafta), kalık (hava), ılkı (hayvan), kazamak (hendek), iyir (ilâç), sazın (kağıt), dinek (kule), varım (mal), ertek (masal), süyün (paça), güngöre (pencere), oram (sokak), yayık (şeytan), börtük (tane), koyuk (temel), çılka (tıpkı), yırlam (türkü), öy (zaman), gücemek (zorlamak) vb.[6]

Evet, Ataç dilde halkçı değil, "mutlu azınlıkçı", "seçkinci". Siz onun gibi düşünmüyorsunuz, dilde halkçısınız da neden ona alkış tutup duruyorsunuz, toz kondurmuyorsunuz? Böylelikle halkçılığınıza gölge düşürmüş olmuyor musunuz? Umarım, "dilde halkçılık" tanımınıza uygun bir "halk", bir de "halk dili" tanımı kotarmışsınızdır. Yazık ki onları bilmiyorum. Bilseydim bazı ayrıntılara girebilirdim. Ama "dilde halkçılık" tanımınızda "çağdaş ekinsel değerleri halka indirme"den söz ettiğinize göre,[7] halkın yukarılarında bir yerde olduğunuz anlaşılıyor...

Peki, dilde halkçılık olmazsa, olamazsa, nerden çıktı bu dilde halkçılık lakırdısı? Şurdan: Dilsel sorunda şoven küçük-burjuva tutumu ve uygulamayı benimseyenler, "Babayla oğulu anlaşamaz hale getirdiniz.", "Halk sizi anlamıyor." sözleriyle özetlenen eleştirileri her zaman göğüslemek zorunda kaldılar. Bu eleştiriler bir bakıma haklıydı ve haklıdır. Öyle ya, oğul babasına, "Baba, oramda, dineğin dibinde üç börtük ılkı var." deseydi, babası ne anlardı? Dilsel ve başka yasalar işledi, böyle anlaşmazlıklar olmadı. Dolayısıyla bu eleştiriler hiçbir zaman olgulara dayanmadı, dayanamadı. Onun içindir ki bu eleştiriler bir bakıma haksızdı ve haksızdır. Şöyle denmeliydi: "Siz, babayla oğulu anlaşamaz hale getirmek istiyorsunuz.", "Halkın sizi anlamasını istemiyorsunuz." Bu eleştiriler olgulara dayanabilseydi, şoven küçük-burjuva tutum ve uygulamanın doğruluğunu, işlerliğini yaşamın kendisi göstermiş olacaktı. Oysa böyle olgular gösterilemedi; çünkü yoktu: Şoven küçük-burjuva tutum ve uygulamanın yanlışlığını, işlemezliğini yaşamın kendisi göstermişti. "Halk" adına yapılmış görünen bu eleştiriler, şoven küçük-burjuva tutum ve uygulama yandaşlarını etkiledi. Ataç'tan sonra hızla değişen Türkiye koşullarında Ataç gibi konuşamazlardı. Küçük-burjuva aydınlar Marksçı dünyagörüşüyle ilişki kurmuşlardı. Bu ilişki yetersizdi; ama Cumhuriyet tarihinde görülmedik genişlikte ve derinlikte idi. Ataç gibi konuşmak onların desteğini yitirmek demekti. Bir yandan ölmüş sözcüklerin diriltilmesi tavsatıldı, bir yandan da sözcük türetmede ulusal dilin çok işlek ve işlek eklerini kullanmaya önem verildi. Böylece ulusal dilin canlı kaynaklarına dönüldü. Ama şovenlikten vazgeçilmedi: Halk dilinin özümsediği sözcüklere gene yabancı gözüyle bakıldı; yabancı kökenli her sözcüğe ille de karşılık önermekte direnildi, zorunlukları anlamaya çalışılmadı. Ulusal dilin canlı kaynaklarına dönmeye de "dilde halkçılık" dendi. Böylece küçük-burjuva aydınların desteğini yitirmemek amaçlandı, "halk" adına yapılmış görünen eleştiriler de sözde etkisizleştirildi. Bana karşı söylediğiniz şu sözler de kanıtlar bunu: "Halk dilinin özümsediği yabancı sözcüklerin Türkçeleştirilemeyeceğini söylüyorsunuz. Bir kez yapılanları görmezleniyorsunuz. Sözlüğümüzdeki asıl yenileşme halk ağzında yaşayan, ancak bugüne değin yazı diline ağdırılmamış söz değerlerini derleyip ortaya çıkarma biçiminde olmuştur. Örneğin, yazı dilinde öteden beri kullanılagelen 'kontrol etmek', 'mubalağa etmek', 'saha', zirve', 'cenup', 'mahsul', 'aksi seda', 'şüphe'... gibi sözcükler atılmış, bunların yerine halk ağzından alınan denetlemek, abartmak, alan, doruk, güney, ürün, yankı, kuşku... geçirilmiştir. Yeni sözcüklerin yapımında da Türkçe kök ve eklerden yola çıkılmaktadır. Genel dilin sözcükleri bir yana, terimlerde bile kökleri kökenleri halk dilinde yaşayanlardan yararlanılıyor. Şu örneklerde olduğu gibi: Saplantı, görüntü, altyapı, üstyapı..."[8] İlk örneğinizdeki bir iki sözcükle ilgili bazı şeyleri bir yana bırakıp derim ki: Örneğinizde Osmanlıca sözcüklerin yerine ulusal sözcükler konduğu görülüyor. O sözcüklerin türetilmiş veya derlenmiş olması bunu değiştirmez. Ulusal olmayanın yerine ulusal olan konmuştur. İkinci örneğinize gelince, diyelim ki ikisi (altyapı ile üstyapı) Marksçı birer terim de olan o sözcükleri şoven küçük-burjuva tutum ve uygulama yandaşları yaratmış olsun. Anılan sözcükler Türkçenin (ulusal dilin) gölge sözlüğünden alınmıştır; dilbilimcilerin ağzına yakışan bir söyleyişle, onlar yaratılırken ulusal linguistic potential'a başvurulmuştur. Artık ölü sözcüklerin diriltilmesi de aşağı yukarı tümüyle bırakıldığına göre, köklerinin ulusal dilde veya onun en yaygın, en işlek kesiminde (halk dilinde) yaşıyor olmasında şaşacak ne var? Diyelim ki o sözcükler Ataç'ın sağlığında yaratılmıştır. Bu da hiçbir şeyi değiştirmez: Ulusal dilin canlı kaynaklarından çıkarılmıştır hepsi. Yaratımlarında şoven amaçlarla davranılmamıştır. O sözcükler halk dilinin özümsediği yabancı kökenli sözcüklerin yerini değil, Osmanlıca vb. (ulusal-dışı) sözcük veya terimlerin yerini almıştır. "Halk dilinin özümsediği yabancı kökenli sözcüklerin Türkçeleştirilemeyeceğini söylüyorsunuz." demeniz de şovenliğin bırakılmadığına kanıttır. Artık biliyorsunuz ki o sözcüklerin Türkçeleştirilmesi diye bir sorun tanımıyorum. Sizin gibi şovenlerin sorunudur o. Halk dilinin özümsediği bazı sözcükler doğurganlaşırmış, bazıları ölürmüş de yerine Türkçe sözcükler geçermiş. Olabilir. Ne var bunda yadırganacak. Türkçemiz dilsel yasalara aykırı gelişecek değil a! Bir de şu var: Bence, dilde halkçılıktan söz eden bir kimse, dilde ulusalcılıkla neden yetinmediğini de açıklamalıdır. Dilde ulusalcılıkla neden yetinmiyorsunuz, Bay Özdemir?

Dilde ulusalcılığa gelince, ilk yazınızı yanıtlarken şöyle demiştim: "Saldırgan biçimleri (şovenlik ve ırkçılık) ile birlikte burjuva ulusalcılığı, günümüzde, gerici bir ideoloji ve politika olarak, yalnız burjuvaziye ve emperyalizme hizmet eder. Kozmopolitlik, ulusların ulusal bilincini köreltmeyi amaçladığı için büyük emperyalist devletlerin dünya egemenliği planlarının gerçekleşmesine katkıda bulunur. Antiemperyalist, ilerici bir ulusalcılıkta, saldırgan biçimleriyle birlikte burjuva ulusalcılığına ve kozmopolitliğe hiçbir alanda yer yoktur. Ve böyle bir ulusalcılık, ulusal dilin bilimsel geliştirilmesinden vazgeçemez."[9] Bu sözlerimi alıntılayıp şöyle dediniz: "Kavram esrikliğ dediğimiz de buydu işte. iri iri sözlerin albenisine kapılma, bunları üst üste yığma. Tumturaklı, abartılı bir söyleyişle ortalığı toz dumana boğma. Halk dilinin 'avurdu yellilik' diye adlandırdığı anıtsal olgu [?] da bundan başka bir şey değildir..."[10] Aradan aylar geçtikten sonra yukardaki sözlerimi okuyorum da o dediklerinizi bir türlü bulamıyorum: İri lakırdılar yok ki üst üste yığılmaları olabilsin; söyleyişte ne tumturak var ne de abartı; tersine, belki kuru, ama açık bir söyleyiş var. Söylenenler de çok açık, bilinen şeyler. Ama sıraladığınız "değer yargıları" da gösteriyor ki katılmıyorsunuz onlara; söylenmelerini "avurdu yellilik" sayıyorsunuz. Doğrusu hiç şaşmıyorum buna: Dilsel sorunda şoven küçük-burjuva tutum ve uygulamanın avukatlığını bana karşı gönüllü üstlendiniz. Besbelli, "ulusalcılık" anlayışlarımız farklı. Onun için bazı yinelemeleri gerekli sayıp işe ulus tanımından başlamak yararlı görünüyor. Gene "avurdu yellilik" edeceğim anlayacağınız. Siz de "avurdu yelsizlik" edin de görelim bakalım ne mene şeymiş!

"Ulus dil, ülke, ekonomik yaşam ortaklığı ve kendisini kültür ortaklığında dışavuran ruhsal biçimlenme birliği üzerinde tarihsel olarak varlık kazanmış kararlı insan toplumudur."[iv] Yalnız "dil" ile ilgili kalarak denebilir ki ulus varlığında önemli olan "dil ortaklığı"dır. Belirli ortak dil, gelişimi bakımından, "karma" veya "melez" veya şaşılacak kadar "arı" olabilir. Ama onu ulusal dil yapan, yalnızca "ortak" olmasıdır. Bunun içindir ki dilde ortaklığı bozan veya bozabilecek bütün tutum ve davranışlar, ulusal varlığı da bozmaya yöneliktir. "Öz Türkçe", "Öz Türkçecilik", "özleştirmecilik" gibi bütün "öz"lü sözler, dilde ortaklığı değil, "özlüğü" vurgulamaktadır. Açık yürekle söyleyeyim ki böyle sözleri işitince veya okuyunca şoven bir eğilimle karşı karşıya olup olmadığımı anlamaya çalışıyorum. Özleştirmeye sınır tanımayanlar bulunduğunu bildiğim için "ulusal dili koruyup geliştirmek" demeye özen gösteriyorum. Ulus varlığına veya ulusal varlığa dayanan, ulusal varlığın yaşamasını ve serpilmesini gerekseyen ve dolayısıyla amaçlayan bir ideoloji ve politika için dil geliştirmede başlıca kaygı, sözü edilen ortaklığı korumak olmalıdır.

Ulusalcılık, tarihin kapitalci aşamasında doğar. Burjuvazinin çıkarlarını, her şeyden önce bir ulusal pazar, bir ulusal devlet kurma ve öbür uluslara boyunduruk vurma çabalarını dışavurur. Çıkış noktası, ulusların genellikle birbirlerine karşıt, düşman ve sınırlarla ayrılmış olduğudur. Bir burjuva ideolojisi ve politikası olaral ulusalcılık, kapitalci toplum doğar ve yükselirken, demokratik düşüncelere ve amaçlara bağlıdır; burjuvazinin feodalliğe karşı savaşımında ulusun birleşip bütünleşmesini sağlamaya yarar, belirli bir ilerici yanı olur. Günümüzde ise sınıf savaşımını gevşetmeyi ve saptırmayı, sömürülen halkların bilinçlenmesini önlemeyi amaçlamaktadır. Şovenlik (veya şovencilik), ulusalcılığın sınırsız abartılmış, saldırgan biçimidir. Kendi ulusunu üstün, öbürlerini aşağı sayar, çoğu zaman ırkçı görüşlerle bağlantılıdır. Irkçılık, toplumsal eşitsizliği, başka ulusların veya halkların sömürülmesini ırk farkları ile gerekçelendiren gerici teoridir, emperyalizmin ideolojik ürünlerinden biridir, özellikle tekelci kapitalin en gerici kesimine hizmet eder, faşizme peçe olmuştur. Kozmopolitlik, ulusun yaşanıp aşılmış bir görüngü olduğunu, onun yerini uluslarüstü birleşmelerin alması gerektiğini öne sürer. Burjuva uluslar biçimlenirken kozmopolitlik ulusal kapanıklığa, sınırlılığa karşı olduğu için belirli bir ilerici rol oynar. Çağımızda ise ulusların ulusal bilincini köreltmeyi amaçlayarak emperyalizmin dünya egemenliği planlarının gerçekleşmesine yardımcı olmaktadır. Bugün bizi özellikle ilgilendiren, antiemperyalist ilerici ulusalcılıktır. Bu ulusalcılık emperyalist aşamada doğmuştur. Amacı emperyalizmin sömürüsünden, dolaylı ve dolaysız her türlü etkisinden ulusal savaşımla kurtulmak; bağımsız, demokratik, ulusal bir ortamda sosyalizmi kurmaktır. Antiemperyalist ve ilerici ulusalcılık, ulusları düşman görmez, onlara boyunduruk vurmayı amaçlamaz. Demek ki burjuva ulusalcılığından tümüyle farkılıdır. Ama o da ulusal varlığa dayalı bir politikadır ve ulusal varlığı koruması, geliştirmesi gerekmektedir. Başka şeylerin yanısıra dilsel sorunla da ilgilenmesi bundan ötürüdür. Bellidir ki böyle bir ulusalcılıkta şovenliğe, ırkçılığa, kozmopolitliğe hiçbir alanda yer yoktur. Bu ulusalcılık açısından dilsel sorunda şovenlik ile dilde kozmopolitlik arasında fark yoktur; çünkü ikisi de dilde ortaklığı bozmayı amaçlamakta, dolayısıyla ulusal varlığa zararlı olmaktadır. Sizin tutucular dediğiniz kişlerle aynı kefeye konmanız bunlardan ötürüdür.

Şimdi ilk yazınızdan şu sözlerinizi alıntılamayı uygun buluyorum: "Yazar [Gelencik], yanıtını aradığı soruları 'ulusalcılıkla ilgili tarihsel olgular'ın bağlamı içinde değerlendiriyor. Çünkü dil sorunu da, dilsel sorun da ulusalcılığın ürünüdür. Bu saptayım doğrultusunda yazar, Ulusal Kurtuluş Şavaşına değin dilimizin gelişim serüveni üzerinde doğru gözlemlerde bulunuyor. Ancak dil devrimini ele alırken incelemesinin başından beri sürdürdüğü gidimli düşünme yönteminden ayrılıyor. Konuyu tek boyuta indirgiyor. Dil devriminin düşünsel yapısını birtakım dolaylamalarla 'ırkçı', 'şovenist' renkli 'küçük burjuva ulusalcılığı' temeline oturtuyor. Yanılgısı da burada başlıyor."[11] Önce şunu söyleyeyim ki "dil sorunu da, dilsel sorun da ulusalcılığın ürünüdür." demek doğru değildir. Çünkü ulusalcılık o sorunları yaratmaz, yoktan var etmez, çözmesi gereken sorunlar olarak bulur veya bulmaz. Ulusalcılık bırakılırsa ne dil sorunu kalır, ne de dilsel sorun. Bu doğrudur; ama o sorunlar ulusalcılığın ürünleridir demek değildir; onlar ancak ulusalcılıkla birlikte varolabilen, yalnız ulusalcılığın çözmesi gereken sorunlardır, demektir. Görülüyor ki bu iki sorun tümüyle ideolojik ve politiktir. Başka türlü de olamaz: Tarihte hiçbir toplum dilsiz kalmamıştır ve kalmayacaktır. Bir iletişim aracı ve toplumsal görüngü olarak "dil"de ulusallık, arılık, özlük vb. aramak için hiçbir dilbilimsel gerekçe yoktur. Onun için bu sorunların varlığına ve çözümüne dilbilimsel gerekçe aramak veya böyle gerekçeler varmış gibi konuşmak ve yazmak, ideolojik ve politik zayıflık belirtisidir ve şoven küçük-burjuva tutum yandaşlarında görülmektedir. Ulusal Kurtuluş Savaşına kadar doğru gözlemlerde bulunduğumu söylüyorsunuz. Bu işi 1932'ye kadar başardığımı söyleseydiniz sizin için sakıncalı olmazdı. Ama ondan sonrası için öyle değil. Yazılarınızı bir daha okudum. 1932-1938, 1939-49 dönemlerindeki dil geliştirme çalışmaları üzerine söylediklerime hiç değinmemişsiniz. Verdiğim belgeler, kanıtlar ve vardığım sonuçlar üzerinde hiç durmamışsınız. Ne o belgeleri başka türlü yorumlamışsınız, ne kanıtları çürütmüşsünüz, ne de sonuçların yanlışlığını göstermişsiniz. Neden? "Dil devriminin [Bu dil devrimi lakırdısına da gittikçe tutuluyorum.] düşünsel yapısını birtakım dolaylamalarla 'ırkçı', şovenist renkli 'küçük-burjuva ulusalcılığı' temeline oturtuyor. Yanılgısı da burada başlıyor." demekle bütün bunların yapılıvermiş olabileceğini mi sanıyorsunuz. O dönemler sizin için tekinsiz de ondan mı susuyorsunuz? Ve "özleştirmede aşırı davrananlar olmuştur."[12] demekle işin içinden sıyrılabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Özleştirmecilikte kimler, ne zaman, neden, ne için, nasıl, ne kadar aşırı davranmışlardır? Bu soruları yanıtlamaktan kaçınıyorsunuz. Benim yanıtlarımı da sessizce geçiştirmeye çalışıyorsunuz. Sizce "tartışmak" bu mudur? Polemikle kandırabileceğiniz kişiler olabilir; ama olguları değiştiremezsiniz. Sizi o dönemlerle ilgili olup da verdiğim belgeleri yorumlamaya, kanıtlarımı ve vardığım sonuçları çürütmeye çağırıyorum. Son yazınızda üstün gelmiş bir yağlı güreşçi gibi temenna çakmaya hakkınız olduğunu hiç sanmıyorum...

Sözü kısa keseceğim. "Bağımsızlık"tan söz ediyorsunuz. Yalnız şunu derim: Yaşasın ulusal ve tam bağımsızlık! Devrimci anlayışla dil geliştirmekten söz ediyorsunuz. Sizin devrimciliğinizde gözüm yok. Dilediğiniz yerde, dilediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Benim dünyagörüşüme göre dilde devrim olmaz. Laik bir tutumla dil geliştirmekten söz ediyorsunuz. Laiklik nedir, nerede, ne zaman, neden, ne için, nasıl doğmuştur? Bırakıyorum bunları bir yana. Gelsin Türkçe Sözlük (6. baskısı)! "layık: ... Din işlerini dünya işlerine karıştırmayan, dünya işlerini dinden ayrı tutan." Burada dünya işi sizce "özleştirmecilik" olduğuna göre, "din işlerini özleştirmeciliğe karıştırmıyorsunuz, özleştirmeciliği de dinden ayrı tutuyorsunuz" demek. Ne diyeyim? Kolay gele... Aman bu yoldan şaşmayın. Yoksa, örneğin ezanı öz Türkçe okutmanız gerekecek. Başaramayacağınız bir işe girişmiş olacaksınız, rahatınızı kaçıracaksınız. Ama bu arada ulusal davranmamış oluyormuşsunuz. varsın öyle olsun. Böylece ulusalcılık ile laiklik ilkelerini birlikte uygulamayan bir örnek de vermiş oluyorsunuz. Ama vardır bir gerekçeniz elbet... Kim bilir, belki de "laik bir tutumla dil geliştirmek" öyle herkesin anlayabileceği işlerden değildir, uzman olmayı gerektiriyordur... İyisi mi, "bilmediğim bir konuyu tartışmaya yeltenmeyeyim..."


1 Emin Özdemir, "Özleştirme Üzerine Yinelemeler", Türk Dili, sayı 312, Eylül 1977.

2 E. Özdemir, "Gazete ve Dergilerde", Varlık, sayı 838, Temmuz 1977.

3 E. Özdemir, "Özleştirme Üzerine Yinelemeler".

4 [Fe Yayınları'nca basılan "Dil ve Politika"da, 4. dipnot basılmamış; Türkiye Yazıları'ndaki metinde ise, bu dipnot yok... Anlaşılıyor ki tümce,
Emin Özdemir'in "Özleştirme Üzerine Yinelemeler" adlı yazısından alıntılanmış.]

5 Nurullah Ataç, Günce (TDK Yayınlar: 342/1 ve 2, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1972), s. 79, 160, 164, 754, 756.

6 Yılmaz Çolpan, Ataç'ın Sözcükleri, TDK Yayınları: 214, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1963.

7 E. Özdemir, "Kimden Yana, Kime Karşı?", Türk Dili, sayı 306, Mart 1977. [Emin Özdemir'in "dilde halkçılık" tanımı için bkz.: ii. sonnot.]

8
E. Özdemir, "Özleştirme Üzerine Yinelemeler".

9 Ragıp Gelencik, "Neden Yana Neye Karşı?",Türkiye Yazıları, sayı 2, Mayıs 1977. [Yazıyı okumak için buraya tıklayınız.]

10 E. Özdemir, "Avurdu Yellilik", Türk Dili, sayı 309, Haziran 1977.

11 E. Özdemir, "Kimden Yana, Kime Karşı?".

[Emin Özdemir burada, Öner Ünalan'ın "Dil Sorunu ve Dilsel Sorun" adlı incelemesini eleştiriyor. Bkz.: Ragıp Gelencik, "Dil Sorunu ve Dilsel Sorun", Dil ve Politika (Fe Yayınları, Ankara, Kasım 1993), s. 25-46. Bu yazı ilk kez "Nesin Vakfı 1977 Edebiyat Yıllığı"nda yer almıştır. (Yazıyı okumak için buraya tıklayınız.) Öner Ünalan'ın görüşlerine yönelik benzer eleştiriler için bkz.: v. sonnot.]

12
E. Özdemir, "Özleştirme Üzerine Yinelemeler".


i Ragıp Gelencik, "Yanılgı Çeşitlemeleri", Dil ve Politika (Fe Yayınları, Ankara, Kasım 1993), s. 97-111. Bu yazı ilk kez Türkiye Yazıları dergisinde (Ragıp Gelencik, "Halk Dili Üzerine", Türkiye Yazıları (dergi), sayı 8, Kasım 1977, s. 14-19.) yayınlanmıştır.

ii Öner Ünalan, önceki yazısında şunları söylüyor: "Özümsenmiş sözcüklerin istediğiniz gibi tam ve değişmez bir listesini hiçbir zaman veremeyecek durumda isek de, onlar değişir ama belirli sınırlar içinde, Türkçenin en yaygın ve işlek kesiminde, halk dilinde, yaşayadurmaktadır. Ve onlar size, bana, bir üçüncü kişiye göre değil, halka göre özümsenmiştir. İlk yazınızda halkçılık gösterisinde de bulunarak şöyle diyordunuz: 'Yalın bir tanımla dilde halkçılık, halkın yarattığı ekinsel değerlerden yararlanma, çağdaş ekinsel değerleri halka indirmedir. Daha doğrusu düşünce dolaşımını, bilgi alış-verişini toplumun her kesiminde gerçekleştirmektir. Bu da büyük ölçüde halk diliyle bütünleşmeyi gerektirir.' Tanımınız sizin olsun. Şunu öğrenmek isterim: Halk dilinin özümsediği sözcüklere yabancı gözüyle bakarak bu bütünleşmeyi nasıl başaracaksınız? Okurlarınızı içtenliğinize nasıl inandıracaksınız?" Bkz.: Ragıp Gelencik, "Dile Buyruk Vermek ve Ötesi", Dil ve Politika (Fe Yayınları, Ankara, Kasım 1993), s. 83-92. Bu yazı ilk kez Türkiye Yazıları dergisinde (Ragıp Gelencik, "Dile Buyruk Vermek ve Ötesi", Türkiye Yazıları (dergi), sayı 5, Ağustos 1977, s. 11-14.) yayınlanmıştır. (Yazıyı okumak için buraya tıklayınız.)

iii Öner Ünalan, önceki bir yazısında, "halk dili"ni daha ayrıntlı ele alır. Bkz.: Ragıp Gelencik, "Halk Dili Üzerine", Dil ve Politika (Fe Yayınları, Ankara, Kasım 1993), s. 69-72. Bu yazı ilk kez Türkiye Yazıları dergisinde (Ragıp Gelencik, "Halk Dili Üzerine", Türkiye Yazıları (dergi), sayı 1, Nisan 1977, s. 5-6.) yayınlanmıştır. (Yazıyı okumak için buraya tıklayınız.)

Emin Özdemir, "Bir de şu var, dilde halkçılığı yanlış anlıyorsunuz Bay Gelencik." derken, Öner Ünalan'ın bu incelemesindeki görüşlerinden söz ediyor olabilir.

iv Fe Yayınları'nca basılan "Dil ve Politika"da, tırnak içindeki tümcenin kaynağı belirtilmemiş. Türkiye Yazıları'ndaki metinde ise tümce farklı ve tırnak içine alınmamış: "Ulus, tarihsel olarak gelişmiş ve kendisini belirli bir dil, toprak, ekonomik yaşam ve kültür ortaklığında dışavuran ruhsal biçimlenme birliğidir."

v
Prof. Dr. Cem Eroğul da "Aydınlanmanın Aracı Olarak Öz Türkçe" adlı yazısında, Öner Ünalan'ın, Türkiye'de ulusal dil geliştirme çabası sırasında şoven ve ırkçı tutumların da zaman zaman etkili olduğu görüşünü paylaşmadığını belirtiyor ve yazısının 5. dipnotunda şöyle söylüyor: "Buna dikkat edilmezse, özleştirmecilik bir tür ırkçılıkla özdeşleştirilebilir. Ragıp Gelencik gibi, konunun uzmanı, değerli bir yazar bile bu yanlışa düşebilmiştir. Bkz. Dil ve Politika, FE Yayınlan, Ankara, 1993, s. 44, 107, 109 vd."

Öner Ünalan'ın, Sayın Eroğul'un yazısından haberli olduğunu sanmıyoruz. Sayın Eroğul şunları söylüyor:

"... Türkiye'de ulusçuluk, birbirine özde karşı iki temel anlam barındırmaktadır. Dil Devrimi, bu anlamların birincisi ile ilintilidir. Bu devrim, antiemperyalist sıcak savaşı kazanmış olan bir halkın var olma savaşımının ayrılmaz parçasıdır. Öz Türkçecilik, hem halkçılığın, hem de bu ilerici ulusçuluğun ortak siyasetidir. Güneş-Dil Kuramı'nın dilin özleşmesiyle hiçbir ilgisi yoktur. O denli ki, Falih Rıfkı Atay, bu kuramın Atatürk tarafından, dilde özleşmeden vazgeçebilmenin bahanesi olarak benimsendiğini söyleyebilmiştir. Atay'ın bu değerlendirmesi kanımca yanlıştır. Çünkü Atatürk, ölünceye dek özleşme çabasını sürdürmüştür. Buna karşılık, Güneş-Dil Kuramı'nın, Türkçe'ye en yabancı sözcüklerin bile Türkçe kökenli olduğunu savunarak, bu sözcüklerin ayıklanmasına karşı çıkanların ekmeğine yağ sürdüğü tümüyle doğrudur. Güneş-Dil Kuramı Atatürk'ün ölümünden sonra unutulup gitmiştir. Ne var ki, bu tür görüşlere kaynaklık eden Türkçü tutum (gerici ulusçuluk), her geçen gün güçlenmiş, eninde sonunda da ilerici ulusçuluğu alt etmeyi başarmıştır. Bu yeni ulusçuluğun üstün gelmesi, devlet siyaseti olarak Dil Devrimi'nin sonunu getirmiştir. Türkçüler öz Türkçe'ye hep düşman olmuşlardır. Kürtçe'yi yasayla yasaklayacak denli Türkçü olanların, öz Türkçe'nin kalesi olan Türk Dil Kurumu'nu kapatmış olmaları raslantı değildir. Öyleyse Dil Devrimi'nin (öz Türkçeciliğin) ulusçulukla ilişkisini irdelerken çok dikkatli olmak gerekir. [Öner Ünalan'ın görüşünü eleştiren 5. dipnot burada yer alıyor.] Atatürk öldükten sonra ülkeye bütünüyle egemen olan Türkçü ulusçuluk dilde özleşmenin amansız düşmanıdır. Özleşmeyi savunan ulusçuluk ise, Türkçü değil, halkçıdır. Bu ulusçuluk, dilde özleşmeyi Türk Aydınlanmasının, başka bir deyişle, bu topraklarda yaşayan tüm insanların uygarlaşma, adam olma savaşımının başlıca araçlarından biri olarak görür." (Cem Eroğul, "Aydınlanmanın Aracı Olarak Öz Türkçe", "Bilanço 1923-1998: Türkiye Cumhuriyeti'nin 75 Yılına Toplu Bakış" Uluslararası Kongresi (Bildiri Özetleri), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, Ocak 1998, s. 275-282.)

Prof. Dr. Cem Eroğul'nun kişisel internet sitesideki sayfasında yer alan yazıyı (PDF dosya) okumak için buraya tıklayınız.

Melih Cevdet Anday da, Cumhuriyet gazetesinin 15 Temmuz 1983 tarihli sayısında yayınlanan "Unutulmuş Bir Kuram" başlıklı yazısında, Öner Ünalan'ın "Güneş-Dil Teorisi Üstüne" adlı incelemesindeki kimi görüşlerini eleştirir. Öner Ünalan bu incelemesinde, Türkiye'de ulusal dil geliştirme çabası sırasında şoven ve ırkçı tutumların da zaman zaman etkili olduğundan söz etmese de, Güneş-Dil Teorisi'nin belirli bir politikayla ilişkileri üzerinde durmuştur. Sayın Anday, Öner Ünalan'ın Güneş-Dil Teorisi'yle ilgili saptamalarına ve "Güneş-Dil Teorisi resmi tarih tezinin hem gereği ve sonucu hem de dayanağıdır." ve "Güneş-Dil Teorisini yalnızca bir 'etimoloji incelemesi' saymak, onun ideolojik ve politik yanını görmemek veya görmezden gelmektir." vargılarına katılmamış olmalı ki, şunları söylüyor:

"Atatürk'ün Güneş-Dil Teorisi'ne yakın ilgisini biliyoruz; bence bu ilgi, bütün dillerin kardeş sayılması ve böylece insanlığın aşağı ve üstün katmanlara bölünmemesi savından kaynaklanmıştı. Tarih ve Dil teorilerinin koşutluğu da bu kaygıyı gösterir. Üzücü olan, konunun işlenmemiş bırakılmasıdır. Kültür yaşanan bir olgudur oysa, Güneş-Dil Teorisi'nin ideolojik ve politik bir yanı olduğu elbette açıktır. Ama Hind-Avrupa dil ailesinin bütün dillere üstün olduğu anlayışında Batı hiç mi ideolojik ve politik amaçlı değildi!" (Melih Cevdet Anday, "Unutulmuş Bir Kuram", Cumhuriyet (gazete), 15 Temmuz 1983, Cuma, s. 2.)

Melih Cevdet Anday'ın yazısının ilgili kesimini okumak için buraya tıklayınız.

Öner Ünalan'ın adı geçen incelemesi için bkz.: Ragıp Gelencik, "Güneş-Dil Teorisi Üstüne", Dil ve Politika (Fe Yayınları, Ankara, Kasım 1993), s. 47-57. Bu yazı ilk kez Tan dergisinde (Ragıp Gelencik, "Güneş-Dil Teorisi Üstüne", Tan (dergi), sayı 11, Haziran 1983, s. 6-14.) yayınlanmıştır. (Yazıyı okumak için buraya tıklayınız.)