|
HALK DİLİ ÜZERİNE[i]
Halk sözcüğü
çeşitli ülkelerde öteden beri farklı anlamlarda kullanılmıştır; bir ve aynı
ülkede, ayrı ve aynı tarihsel dönemlerde de farklı anlamlarda kullanılagelmiştir.
Böyle sözcükler az olsa gerek.
Donanıp düzülüp geldin
Bu halkın yüzüne güldün
Gör akıbet neler kıldın
Yürü ey bivefa dünya
(Yunus Emre) |
|
Uyarır halkı efganım kara bahtım uyanmaz mı
(Fuzulî) |
|
Halk içinde muteber nesne yok devlet gibi
(Kanunî) |
"Sovyet halkları", halka inmek
örneklerinde olduğu gibi. Belirli bir dönemde Mao'ya göre halk, Japon saldırısı
sırasında, "saldırıya karşı koyan bütün sınıflar, tabakalar ve
zümreler"; Çin Kurtuluş Savaşı sırasında, "Amerikalı emperyalistlere ve
onların uşaklarına (bürokratik kapitalciler, toprak ağaları, Kuomintang gericileri)
karşı savaşan bütün sınıflar, tabakalar, zümreler"; sosyalizmi kurma
aşamasında, "bu davayı benimseyip destekleyen ve bu uğurda çalışan bütün
sınıflar, tabakalar ve zümreler"dir.[1] Örnekler çoğaltılabilir.
Ama sözcüğün böyle çok farklı anlamlarda kullanılması, -bile bile yanlış
kullanıldığı durumlar sayılmazsa- kullanımlarda önemli kimi ortak yanlar
bulunmasını engellemez. Halk sözcüğü ile ayrı toplumlar, uluslar, ulusallıklar,
sınıflar, katmanlar vb. topluca anlatılabilir; ama bu, aralarındaki çelişkilerden
daha ağır basan ortak yanları, sorunları, amaçları, konumları vb. varsa
yapılabilir. Örneğin Yunus Emre, "halk"ı bütün insanlar anlamına
kullanır ve böylece bir yığın çelişkiyi arkaya itip onların "bivefa
dünya" karşısındaki ortak durumunu vurgular. Sözcük, genellikle, belirli
bir çoğunluk anlamına kullanılır. Örneğin Kanunî'ye göre halk, devlet
sözcüğünün eski anlamıyla, bütün devletsizlerdir. Osmanlı İmparatorluğu'nda
onların pek büyük bir çoğunluk olduğunu söylemek gerekmez. "Bağırıp halkı
rahatsız etmeyin!" denince bile, belirli bir azınlığın karşısına belirli bir
çoğunluk konmuş olur. "Halk" sözcüğü ile egemen sınıflar, katmanlar vb.
genellikle dışarılır (içerilmez). Böyle olmakla birlikte, "halk"
sözcüğü kullanıldığında, ne anlatılmak istendiği ya önceden bildirilmelidir, ya
da konuşmanın veya yazının bütününden çıkmalıdır; yoksa her zaman belirsizlik
söz konusudur.
Ayrı tarihsel dönemlerde farklı "halk" tanımlarını zorunlu olarak
benimseyen birine, onlarla birlikte halk dili tanımının da değişip
değişmediği sorulsaydı, herhalde "hayır" yanıtı alınırdı. Halk,
farklı politik görüşlere göre, bugün, yarın farklı tanımlanabilir; bir ve aynı
politik görüşe göre de, bugün ve yarın farklı tanımlanabilir. Halk dili
tanımı,herhangi bir halk tanımına göre kotarılırsa, birçok halk dilinden
söz edilmesine olanak verilir. Politik anlamda "halk" sözcüğüyle sınıfsallık
önemli ölçüde arkaya itilir ve gene de, her zaman, göz önünde tutulur. Bundan
ötürü, politik bir halk tanımına göre kotarılmış bir halk dili tanımı,
dilde sınıfsallığı belirli bir ölçüde de olsa kabul eder. Oysa, sınıflarla dil
arasındaki ilişkilerde farklar bulunmakla birlikte, dilde sınıfsallıktan değil,
ancak toplumsallıktan ve ulusallıktan söz edilebilir. Halk dili, herhangi bir
halk tanımına dayanmadan, ama onun da halk gibi değişebildiği göz önünde tutularak
tanımlanmalıdır. Bu yaklaşıma göre, bizde "halk dili"ni tanımlamaya
göçebe Türk boy ve oymaklarından başlamak gerekir. Bellidir ki göçebe bir boyda
veya oymakta halk dilinden söz edilemez. Anadolu Selçuklu Sultanlığı döneminde
"halk dili", resmi dil olan Farsçanın ve el üstünde tutulan Arapçanın
karşısında, Anadolu'daki; Osmanlı döneminde ise, Osmanlıcanın karşısında,
İmparatorluk sınırları içindeki bütün varlığı ile Türkçedir. Oysa bugün
"halk dili", Türkiye'deki varlığının tümüyle Türkçe değildir. Artık
"halk dili", dilimizin (ulusal dilin) en yaygın ve en canlı veya en işlek
kesimidir. Dolayısıyla, dilsel sorunun çözümünde (ulusal dilin korunup
geliştirilmesi sırasında) vazgeçilmez başlıca kaynaktır. Dil geliştirme
çalışmalarında "halk dili"ne bir çeşit dokunulmazlık tanımak, sözcük
dağarını benimsemek, özümsediği yabancı kökenli sözcükleri ulusal dilin öz
malı saymak, türetme eklerini gö önünde tutmak vb., başarı için önkoşuldur. Halk
dilindeki değişme ve gelişmeler de izlenmelidir. Bütün bu söylenenler eski ve çok
anlaşılır ise de, yinelenmeleri yersiz ve boşuna değildir: Bunlara bugün bile
gereğince uyulmadığı oluyor.
Dil geliştirmede her türlü sağ sapma kendisini özellikle "halk dili" ile
"ulusal dil" ilişkisinde gösterir. Şoven tutum, halk dilinin özümsediği
yabancı sözcükleri benimsemez, yabancı kökenli her sözcüğe ille de öz Türkçe
karşılık bulmaya kalkar. Irkçı tutum, halk dilini gereği gibi önemsemez, ulusal
dilimizi geliştirmede başvurulacak kaynakları Doğu Asya ile Orta Avrupa arasındaki
coğrafyada arar. Kozmopolit tutum, ulusal dili geliştirmekten resmen vazgeçer, halk
diline yabancı ve onun gerçekten gereksemediği, karşılıklarını da kendi
olanaklarıyla yarattığı ve yaratabileceği Osmanlıca ve Batılı sözcükleri
benimsemeyi bir zorunlukmuş gibi görüp gösterir. Sağ sapmalar en kalın çizgileriyle
bunlardır. Bizde, ulusal dil geliştirme çalışmalarında, sol sapma olmamıştır.
İnsanlığın günün birinde bir tek ortak dil kullanacağı varsayımına dayanarak
kimi sözcükleri şimdiden uluslararası ve dolayısıyla evrensel sayıp ulusal dilimizi
onlara açmayı öneren görüş bile, 1) Çağımızda emperyalizme karşı yürütülen
ideolojik ve politik savaşı; 2) Bu savaşta ulusal birliğin ve dolayısıyla ulusal
dili koruyup geliştirmenin önemini görmediği veya göremediği; 3) Çağımız
gündeminde olmayan bir konuda bize, hiç gerekçesiz, özel görev (mission)
tanıdığı için, bilinçli veya bilinçsiz bir çeşit kozmopolit tutumdur.
Halk dili, ulusal dilin en yaygın ve en işlek kesimidir. Böyle olması, doğaldır ki,
belirli bir tarihsel gelişim sürecinin zorunlu sonucudur. Bu sonuç dilbilimsel gelişim
yasalarına da uygundur. Zorunlukları anlayıp ona göre davranmayı ilke edinmiş bir
dünya görüşü, dil geliştirmede halk dilini gözden ırak tutamaz. 
1 Mao Çe-tung, "Halk
Arasındaki Çelişkilerin Doğru Olarak Ele Alınması Üzerine", Teori ve
Pratik (dördüncü baskı, Sol Yayınları, Sevinç Matbaası, Ankara, Ekim 1974),
s. 75-76.
i Ragıp Gelencik, "Halk
Dili Üzerine", Dil ve Politika (Fe Yayınları, Ankara, Kasım 1993), s.
69-72. Bu yazı ilk kez Türkiye Yazıları dergisinde (Ragıp Gelencik,
"Halk Dili Üzerine", Türkiye Yazıları (dergi), sayı 1, Nisan 1977, s. 5-6.)
yayınlanmıştır.
|
|