Yazıları | Alıntılar

Organik Evrim Kuramı

DARWIN'İN ORGANİK EVRİM KURAMI İLE İLGİLİ ALINTILAR[I] | Öner Ünalan

Doğal ve Seksüel Seçme İlkelerinin Geçerlikleri
Doğal Seçme Teorisinin Çok Kısa Özeti
Darwin'in Evrim Sürecine Bakışı
Doğal Seçme Artık Teori Değildir
Ara Biçimler
Çaprazlık
Eksik Veriler ve Kalıtım
Soyaçekim veya Kalıtım
Evrim-genetiği
İnsanın Bilinçli ve Bilinçsiz Seçmesi
Varolma veya Yaşama Savaşı
Doğal Seçme veya En Uygunların Kalımı
Evrim Zincirinin Yitik Halkaları
Şaşılası Organlar
İçgüdüler
Yaratılış Dogması ve Darwin
İnsanın Sınıflamadaki Yeri

"Darwin'in organik evrim teorisi, biyolojiyi bir bütün haline getirmiştir. Darwin'e varıncaya kadar biyoloji, dağınık bilgiler toplamından başka bir şey değildi. Darwin, teorisiyle bu dağınık bilgileri toparlamış, biyoloji bir bütün olarak, sağlam bir bilim olmuştur. Biyoloji, bu bakımdan fizikten daha sağlam bir bilimdir. Biyolojideki bütünlük fizikte yoktur."[II]


  Doğal ve Seksüel Seçme İlkelerinin Geçerlikleri[i]

Bugün yaşambilimsel evrimin nedenleri, yolları üzerine daha çok şey biliyoruz, ama modern yaşambilimin kurucusu olan Darwin'in doğal ve seksüel seçme ilkeleri geçerliklerini yitirmiş değil. Değerden düşen, Darwin'in soyaçekimle ilgili varsayımları. Doğal seçme ile seksüel seçmenin evrimin biricik yolu olduğunu da öne sürmemiştir Darwin. Onların yalnızca en önemli yollardan olduğunu özellikle vurgulamıştır. Çağındaki bilgileri çok iyi değerlendirmiş olan bu büyük yaşambilimci, ne yazık ki, soyaçekim konusunda bilimsel verilerden yoksundu, ama soyaçekimin evrim yasalarından biri olduğunu gereğince belirtmiştir.

i Ragıp Gelencik, "Seksüel Seçme", Türkiye Yazıları (dergi), sayı 1, Nisan 1977, s. 33.

[Sayfa başı]


  Doğal Seçme Teorisinin Çok Kısa Özeti[i]

Doğal seçme teorisi, pek kabaca, şöyle özetlenebilir: Bütün canlı biçimler, bir yaradanın değil, çevremizde etkilerini sürdüreduran yasaların sonucudur. "Bu yasalar -geniş bir anlamda- Üreme ve Büyüme; Soyaçekim (hemen hemen üremenin kapsamında kalır); yaşam koşullarının, ve parçaların kullanılıp kullanılmamasının doğrudan ve dolaylı etkilerinin sonucu olan değişkenliktir; üreme öylesine hızlıdır ki Yaşama Savaşına yol açar; ve bunun sonucu ıranın ıraksamasını ve az gelişmiş biçimlerin tükenmesini zorunlu kılan Doğal Seçmedir. Böylece, doğanın savaşından, açlıktan ve ölümden, düşünebildiğimiz en yüce ereğe, daha yukarı hayvanların oluşmasına varılır."[1] "Yaşayan hiç bir tür, kendi kılığını değişmemiş olarak uzak bir geleceğe iletemeyecektir. Ve bugün yaşayan türlerden çok azı kendi dölünü uzak bir geleceğe iletebilecektir. ... her sınıfın büyük ve başat gruplarından olan, çok yayılmış ve sık raslanan türler, sonunda üstün gelecek ve yeni, başat türler üretecektir. Yaşayan canlı biçimlerin hepsi Kambriyum Döneminden önce yaşamış olanların doğrudan doğruya dölü olduğu için, kuşakların o bilinen ardışımı asla kesilmemiştir, ve dünyayı tümüyle ıssız bırakmış hiç bir tufan olmamıştır."[2] Darwin, bütün canlıların bir veya birden çok ilkbiçimden türemiş olup olmadığı konusunda şöyle der: "İki ana bölümü -yani hayvan ve bitki alemlerini- bile ele alsak, belirli aşağı biçimler öylesine arada kalmaktadır ki, doğa bilginleri onları hangi aleme koyacaklarını tartışıp durmaktadırlar. ... 'aşağı deniz yosunlarının sporları ve öbür üretken parçaları önce hayvansal ve sonra açıkça bitkisel bir varlık göstermektedir.' Bundan ötürü, böyle arada kalan bir biçimden, hem bitkilerin ve hem de hayvanların türeyebilmiş olması, doğal seçme ve ıranın ıraksaması ilkelerine göre, inanılmaz görünmemektedir; ve böyle olduğunu kabul edersek, yeryüzünde yaşamış ve yaşayan bütün varlıkların bir tek ilk-başlangıç (primordial) biçimden türemiş olabileceğini kabul etmeliyiz. ... yaşam başlangıcında birçok biçimde de ortaya çıkmış olabilir; böyle olduysa, onlardan ancak birkaçının değişiklik geçirmiş döller bıraktığı sonucuna varabiliriz."[3]

1 C. Darwin, Türlerin Kökeni, [(çev. Öner Ünalan), 2. baskı,] Onur Yayınları, Özyurt Matbaası, Ankara, Nisan 1976, s. 591.
2 Ay., s. 590-591.
3 Ay., s. 586.

i Ragıp Gelencik, "Darwin Ne Yaptı?", Yeni Ülke (dergi), sayı 5, Ekim-Kasım-Aralık 1978, s. 231-238.

[Sayfa başı]


  Darwin'in Evrim Sürecine Bakışı[i]

Değişimler evrim için hammadde sağlar. Dolayısıyla, değişim nedenleri başlıca evrim nedenleri arasında yer alır.
Çevre koşulları değişirse, canlıların tepkisi değişmelere uyarlanmak biçiminde olur. Bir yaban ördeği palazı uçması sürekli engellenip yalnız yürümek ve koşmak zorunda bırakılırsa kanatları yeterince gelişmez, bacakları ise iyi gelişip güçlenir. Yeterince gelişmemiş kanatlar ve gelişmiş güçlü bacaklar, değişmiş koşullara uyarlanmayla edinilmiş ıralardır. Darwin'e göre böyle ıralar kuşaklar boyunca edinilegiderse, bunun kalıtsal etkisi olur. Başka bir söyleyişle, belirli alışkanlıklar kuşaklar boyunca sürdürülürse, onlara bağlı olarak edinilmiş ıralar kalıtsallaşır. İskeletin tümüne oranla evcil ördeğin kanat kemikleri yaban ördeğininkilerden daha hafif, bacak kemikleri ise daha ağırdır; çünkü evcil ördek, kuşaklar boyunca, yabanıl atalarından daha az uçup daha çok yürümüştür. Karanlık mağaralarda yaşayan hayvanlar, mağaranın bulunduğu çevredeki hayvanlarla hısımdır. Mağara hayvanları karanlıkta yaşamaya uyarlanarak kuşaklar boyunca kullanmadıkları gözlerini yitirmişlerdir. Öte yandan, örneğin kör mağara böceklerinde gözler yitirildiği için çok kullanılan duyargalar ve dokunaçlar (palpuslar) irileşmiştir. Vb.
Darwin'e göre, karşılıklı veya birbirine bağlı değişimlerin de organik evrimde payı vardır. Ak postlu ve mavi gözlü kediler sağırdır. Paçalı güvercinlerde dış parmaklar arasında deri bulunur. Demek ki kimi ıralar birlikte görünür. Biri ortaya çıkınca öbürü de ortaya çıkar. Yalnız, Darwin karşılıklı değişim konusuna çok daha geniş bir açıdan bakar. Ona göre, organizma büyümesi ve gelişmesi boyunca eksiksiz bir bütünlük gösterir; bundan ötürü, herhangi bir parçada ortaya çıkan küçük bir değişim doğal seçmeyle biriktirilirse, öbür parçalarda buna bağlı değişiklikler olur.
En uygun değişimlerin veya bireysel farkların doğal seçmeyle az veya çok biriktirilmesi ve böylece az veya çok sürekli bir değişiklik sağlanması da birtakım koşullara bağlıdır: Yararlı değişimler ortaya çıkmalı, böyle değişimler gösteren bireyler birbirleriyle özgürce birleşip döl verebilmeli, fiziksel koşullar yavaş değişmelidir. Yaşanan çevreye yeni canlı topluluklarının göçü, o çevrede değişen türlerle yarışan canlıların özellikleri de az veya çok sürekli bir değişiklik sağlanmasını olumlu veya olumsuz etkileyebilir.
Görülüyor ki Darwin'e göre organik evrim değişebilen birçok koşula ve onların uygun rastlaşmalarına bağlı karmaşık bir süreçtir.

i Öner Ünalan, "Darwin Ne Yaptı?", Saypa Yayınları, Ankara, 1997, s. 65-67.

[Sayfa başı]


  Doğal Seçme Artık Teori Değildir[i]

Gece kelebekleri gündüz kelebeklerinden epey farklı böceklerdir; gövdeleri daha tıknazdır; soluk renkli kanatları daha küçüktür. Bu kelebekler bir yere konunca kanatlarını gündüz kelebekleri gibi sırtlarında birleştirip dik tutmazlar, kondukları yüzeye paralel konumda ve gövdelerini örter biçimde katlar veya iki yana uzatırlar; gece uçarlar ve gündüz bir yere konup dinlenirler; demek ki gündüzleri açıkta ve korunmasızdırlar; onun için kanatlarının rengi ile konakladıkları yüzeyin rengi nice iyi uyuşursa, böcekçil kuşlardan ve başka hayvanlardan onca iyi gizlenmiş olurlar. Konakları ağaç gövdeleri, kayalar vb.'dir.
Büyük Endüstriyel Devrim Darwin'in ülkesinde, XVIII. yüzyılda başlar. Bu devrimin sonuçlarından biri is ve kurum yüzünden çevre kirlenmesidir. Endüstri bölgelerinde gece kelebeklerinin bütün konakları kirlenip kararır.
Biston betularia adlı gece kelebeği, anılan kirlenmeden önce açık ve soluk renklidir. Koyu renkli ilk Biston betularia 1848'de gözlenir. Bugün, kimi bölgelerde bu kelebeklerin yüzde 90'ından çoğu koyu renklidir. İngilterede gece kelebeği türlerinin 70'ten çoğu açık renklerini değiştirip koyu renkli olmuşlardır. ABD'de ve endüstrileri erken gelişmiş başka ülkelerde de onlarca gece kelebeği türü böyle renk değiştirmiştir. Kirlenmemiş bölgelerde böyle bir gelişme görülmez; çünkü oralarda soluk renkli gece kelebekleri kondukları yüzeye uyan renkleriyle böcekçil kuşların gözünden kaçmakta, kirli bölgelerde ise bunun tersi olmaktadır. Burada gözler önünde gelişen bir yaşambilimsel uyarlanma söz konusudur. Bu uyarlanma, doğal seçmenin renkle ilişkili kalıtsal ıralarla iş görmesinin sonucudur.[ii]
Renge bağlı uyarlanmanın başka hayvanlar için de geçerli olduğu laboratuvar deneyleriyle gösterilmiştir. Darwin'in Maderia'daki böceklerin ya çok iyi gelişmiş güçlü kanatlı ya da kanatsız olmaları üzerine söyledikleri de laboratuvar koşullarında doğrulanmıştır.
Zamanla birçok böcek türü böcekkıranlara (insecticide), birçok bakteri antibiyotiklere bağışıklık kazanmıştır. Bu canlılarla savaşabilmek için durmadan yeni böcekkıranlar ve antibiyotikler türetip üretmek gerekiyor.
Görülüyor ki doğal seçme artık teori değildir, gözlenmiş ve varlığı deneylerle kanıtlanmış bir olgudur. Doğal seçme, bugünkü geliştirilmiş organik evrim teorisinin tabanıdır ve yaşambilimin birleştirici öğesidir.
Eşeysel seçmeye gelince, Darwin'den sonraki yaşambilimciler bu teori üzerinde pek az durmuşlardır.
Kimi yabanıl hayvan topluluklarında eşeysel seçme gerçekten oluyor mu? Bu soruyu olumlu yanıtlamak için önce, doğal koşullarda dişilerin belirli erkekleri seçtikleri; sonra, seçilen erkeklerin ortalamadan daha çok sayıda döl bıraktıkları gösterilmelidir. Bunu başarmak, olanaksız değilse, pek çetin bir iştir. Belki de bu yüzden, belirli bir yabanıl hayvan topluluğunda eşeysel seçmenin işlediği böyle gösterilenilmiş değildir. Genel gözlemlere göre doğal koşullarda eşeysel seçme olasıdır.
Ancak, belirli laboratuvar deneyleri, örneğin meyve sineği (Drosophila subobscura) ile yapılmış deneyler, eşeysel seçmenin işlediğini doğrulamıştır.
Demek ki, eşeysel seçme, geçerliği bugün de süren bir teoridir.

i Öner Ünalan, "Darwin Ne Yaptı?", Saypa Yayınları, Ankara, 1997, s. 134-136.
ii Gece kelebeklerindeki renk değişimini görmek için buraya tıklayınız.

[Sayfa başı]


  Ara Biçimler[i]

Burada doğal seçme teorisinin anlaşılmasında karşılaşılan ve Darwin'in de sık sık vurguladığı bir nokta üzerinde durulmalıdır. Bu nokta, teoriye göre, yaşayan biçimler arasında kalan biçimler, örneğin insan ile şempanze arasında biçimler aramak yanılgısına düşülmesidir. Oysa Darwin açıkça şöyle der: "Doğal seçme teorisine göre her gruptaki bütün türleri bugün çeşitlerin yaptığına pek benzer bir tarzda birbirine bağlayan sonsuz sayıda ara biçim yaşamış olmak gerektiği için, bu geçişsel biçimleri neden her yerde görmediğimiz sorulabilir. Bütün organik varlıklar neden içinden çıkılmaz bir karmaşa göstermemektedir? Yaşayan biçimlerle ilgili olarak, onları birbirlerine doğrudan doğruya bağlayan ara biçimler bulmayı beklemeye (seyrek bazı haller dışında) hakkımız olmadığı ansınmalıdır; ama ancak yaşayan bir biçimle tükenmiş bir biçim arasındaki halkaları bulmayı umabiliriz. ... Çünkü bir cinsin her zaman ancak birkaç türünün değişmeye uğradığına inanmamız için gerekçe vardır; öbür türler tümüyle tükenmekte ve değişiklik geçirmiş hiç bir döl bırakmamaktadır."[1]

1 C. Darwin, Türlerin Kökeni, [(çev. Öner Ünalan), 2. baskı,] Onur Yayınları, Özyurt Matbaası, Ankara, Nisan 1976, s. 562.

i Ragıp Gelencik, "Darwin Ne Yaptı?", Yeni Ülke (dergi), sayı 5, Ekim-Kasım-Aralık 1978, s. 231-238.

[Sayfa başı]


  Çaprazlık[i]

Darwin çapraz, hibrit, melez sözcüklerini ve türevlerini farklı anlamlarda kullanır. Eşek aygırı ile kısrak çiftleşirlerse, doğan yavruya katır adı verilir. Bu örnekte olduğu gibi iki ayrı türeden hayvanın veya bitkinin birleştirilmesine (çaprazlanmasına) hibritleme, doğan ürüne de hibrit der Darwin. Çaprazlama veya doğada kendiliğinden gerçekleşen çaprazlanma, alttürler ve çeşitler arasında da olur. Çeşitler arası çaprazlamaya melezleme, doğan ürüne de melez der Darwin. Böylece çaprazlama hibritlemeyi ve melezlemeyi birlikte ve ayrı ayrı anlatan genel bir terim olur. Çapraz da hibrit ve melez terimleri için böyle kullanılır.
Bilindiği gibi, iki ayrı türün çaprazı olan katır kısırdır. Darwin'in günündeki yaygın inanca göre, hibritler, canlılar karmakarışık olmasınlar diye kısır kılınmışlardır. Melezlerin kısırlık göstermediklerine inanılır; çünkü, çeşitler türlerin içerdiği topluluklar olduklarına göre, çaprazlarının (melezlerin) doğurgan olmaları canlıların karmakarışık olmalarına yol açmaz. Bu inanca uygun olarak, sınıflamalarda, çaprazları doğurgan biçimler çeşit, çaprazları kısır olanlar tür sayılır.
Darwin çaprazlık konusundaki yaygın inancın sağlam dayanakları olmadığını gösteren ve bugünkü bilgilere göre de doğru olan şu sonuca varır: Hibritler (türler arası çaprazlar) evrensellikle değil, genellikle kısırdır; melezler (çeşitler arası çaprazlar) evrensellikle değil, genellikle doğurgandır.
Doğal Seçme Teorisine göre çeşitler birer tür adayıdır; türler ise genellikle çok belirgin ve yaygın çeşitlerdir. Türler ile çeşitler kesin bir çizgiyle ayırt edilemez. Darwin, vardığı sonuçla, çaprazların kısırlığı ve doğurganlığı bakımından türlerle çeşitler arasında kesin bir ayırt olmadığını göstermiştir.
Yeri gelmişken eklemek gerekir ki Darwin doğal seçmenin kullanılabileceği uygun değişimler ortaya çıkmasında (dolayısıyla evrimde) çaprazlanmanın da payı olduğunu söyler: "... değişimlerin ya da bireysel farkların doğal seçmeyle büyük ya da küçük ölçüde biriktirilmesi ve böylelikle büyük ya da küçük ölçüde sürekli bir değişiklik sağlanması, karmaşık birçok rastlantıya -değişimlerin yararlı nitelikte olmasına, çaprazlanma özgürlüğüne, (Altını ben çizdim. Ö. Ü.) ülkedeki fiziksel koşulların yavaş değişmesine, yeni toplulukların göçüne, ve o ülkede değişen türlerle yarışa giren öbür canlıların özelliklerine- bağlıdır."[1]

1 Charles Darwin, Türlerin Kökeni (beşinci baskı, çeviren Öner Ünalan, Onur Yayınları, Ankara, Şubat 1996), s. 383-384.

i Öner Ünalan, "Darwin Ne Yaptı?", Saypa Yayınları, Ankara, 1997, s. 76-77.

[Sayfa başı]


  Soyaçekim veya Kalıtım[i]

Soyaçekim veya kalıtım, canlılarda canlılarda ıraların kuşaktan kuşağa geçirilmesi olgusudur. Soyaçekilen ıralar beden veya anlık (zihin) ile ilgilidir ve sağlıklı veya sağlıksız olabilir.
Soyaçekim öteden beri bilinir. Dilimizdeki kimi atasözleri ve deyimler de bunu kanıtlar: Hıh demiş, anasının (babasının, vb.) burnundan düşmüş. Soydur çeker. Atı atasıyla, katırı anasıyla. Soy asma, soyuna çeker. Vb.
İnsanoğlu soyaçekimden yararlanmayı çok eskiden öğrenmiştir. Tevrat'ta Yakub, Laban'ın çocuklarına şöyle der: "Ve siz bilirsiniz ki, babanıza bütün kuvvetimle hizmet ettim. Ve babanız beni aldattı, ve ücretimi on defa değiştirdi, fakat Allah bana kötülük etmeğe onu bırakmadı. Benekliler senin ücretin olacak dedikçe, bütün sürü benekli doğurdu. Senin ücretin cizgililer olacak dedikçe, bütün sürü çizgili doğurdu. Ve Allah babanızın davarlarını almış ve bana vermiştir. Ve vaki oldu ki, sürünün kızıştığı vakitte gözlerimi kaldırdım, ve ruyada gördüm, ve işte, sürüye aşan ergeçler çizgili, noktalı, ve kırçıl idiler. Ve Allahın meleği ruyada dedi: Yakub, ... Şimdi gözlerini kaldırıp gör, sürü üzerine aşan bütün ergeçler çizgili, noktalı ve kırçıldırlar,..." ("Tekvin", Bap 31, ayet 6-12.) Kızışma mevsiminde yalnız çıkarına uygun erkeçleri sürüye kattığını söyleyen Yakub, Laban'ın çocuklarını inandırmak için düşte gördüğü meleği tanık gösteriyor; sonucu da Tanrı'nın istencine bağlıyor: "Ve Allah babanızın davarlarını almış ve bana vermiştir."
Darwin'in gününde soyaçekim yasaları bilinmez. Şöyle yazmıştır Darwin: "Soyaçekimi yöneten yasalar çok büyük ölçüde bilinmiyor. Hiç kimse, bir türün ya da farklı türlerin bireylerinin belirli bir özelliğinin neden bazan kalıtsal olduğunu ve neden bazan böyle olmadığını söyleyemez; çocuk belirli bazı ıralar bakımından niçin dedesine ya da ninesine ya da uzak bir atasına çekmektedir; bir özellik neden çoğu zaman bir eşeyden (sex'ten) ikisine birden, ya da yalnız birine, her zaman değilse de, büyük bir çoğunlukla aynı eşeye iletilmektedir?"[1]
Darwin, 1863'te Pangenesis (Latince pan, bütün, tüm + genesis, doğum, türeme) Varsayımı'nı geliştirir. Bu varsayıma göre vücudun her birimi veya gözesi gemmula denen pek küçük tanecikleri kana verir. Bunlar kanda engellenmeden dolaşır, bölünür ve üreme gözelerinde toplanır. Böylece, vücudun her parçası, iletim birimi sayılan üreme gözesinde temsil edilir. Gözleme dayanmayan bu varsayım zamanla bırakılmıştır.
Darwin, melezleme kalıtsal değişimlere yol açabilir görüşüyle, hayvan ve bitki yetiştirme konusundaki yazını çok iyi inceler, denemeler yapar; değişim nedenlerini bulamaz, melezlenmenin anlanmasına da katkısı yoktur. Ancak, bu yoldaki çalışmaları, hayvan ve bitki yetiştirmede kullanılan seçme (selection) yönteminin çarpıcı sonuçlarını görüp onlardan yararlanmasını sağlar.

1 Charles Darwin, Türlerin Kökeni (beşinci baskı, çeviren Öner Ünalan, Onur Yayınları, Ankara, Şubat 1996), s. 32-33.

i Öner Ünalan, "Darwin Ne Yaptı?", Saypa Yayınları, Ankara, 1997, s. 46-48.

[Sayfa başı]


  Eksik Veriler ve Kalıtım[i]

Darwin doğal seçme yoluyla organik evrim teorisini kotardığı sırada taşıllarla ilgili bilgiler, dolayısıyla organik evrimin gerçekten izlediği yolu gösteren veriler çok eksiktir. Canlıların coğrafi dağılımı konusundaki incelemeler yetersizdir. En önemlisi, değişim nedenlerini ve soyaçekim mekanizmasını açıklayan bilim olan genetik (kalıtımbilim) doğmamıştır.
Darwin'e göre değişim nedenlerini ve soyaçekim mekanizmasını aydınlatmayan bir organik evrim teorisi eksiktir. Bu eksikliği için çok ve yıllarca çalışır, teoriyi kamuya açıklamayı daha çok bu yüzden erteler.
... Mendel Yasalarının bütün canlılar için geçerli olduğu XX. yüzyıl başlarında gösterilir. Bu yasalarla Doğal Seçme Teorisi arasında ilişki kurma çabaları ise ancak 1930'larda başlar.
Darwin birtakım fiziksel ve kimyasal etkenlerin canlılarda kalıtsal yeni ıralar doğmasına yol açabildiğini bilir. Böyle etkenler değişimin dış nedenleridir. Darwin'in bilmediği, canlı yapıya bağlı iç (genetik) nedenlerdir.
Bir türde o türün genel yapısından sapma sayılabilecek ıralar taşıyan bireyler doğabilir. Örneğin, boynuzlu bir hayvan türünde boynuzsuz veya tek boynuzlu bir birey doğabilir. Böyle birdenbire ortaya çıkan kalıtsal değişimlere mutasyon (mutation) denir. Darwin hayvan ve bitki yetiştiricilerin böyle mutasyonlardan yararlandıklarını da bilir. Nitekim XVII. yüzyılda bir Yankee, çok kısa bacaklı doğmuş bir kuzuya bakarak, kısa bacaklı koyunlar için elverecek alçak çitlerin çit giderlerini çok azaltacağını düşünüp böyle bir koyun ırkı (Ancon koyunu) yetiştirmiştir. Darwin böyle sapma sayılabilecek az rastlanır mutasyonların, bireye yararlı bile olsalar, doğal koşullarda yitip giderek evrimi etkilemeyeceklerini gösterebilmiştir; çünkü değişimleri ve soyaçekimi tek tek bireyler bakımından değil de, bir canlı topluluğu (tür) bakımından ilk kez o ele almış ve böylece günümüzde topluluk (population) genetiği adı verilen genetik dalının temelini genetik doğmadan önce atmıştır.

i Öner Ünalan, "Darwin Ne Yaptı?", Saypa Yayınları, Ankara, 1997, s. 63-65.

[Sayfa başı]


  Evrim-genetiği[i]

Bugünkü bilgilerimizin ışığında doğal seçme veya en uygunların kalımı yoluyla evrim teorisi doğrudur. Modern evrim-genetiği (Evolutionsgenetik), bundan, belirli genleri ve gen kombinasyonlarını taşıyan canlı bireylerin sağ kalma ve döl verme güçleri arasındaki farklılığı anlamaktadır. Sağ kalma ve döl verme oranları yüksek (belirli genleri ve gen kombinasyonları uygun) bireylerin o canlı topluluğundaki oranı durmadan artmakta ve yüzde yüze ulaşmaktadır. Öbür bireyler ve dolayısıyla onların genleri ve gen kombinasyonları yitmektedir. Genetik olarak yeğlenenlerin her zaman "en iyi" olması da gerekli değildir.[1]

1 Charles Darwin, Die Entstehung der Arten durch natürliche Zuchtwahl (Übersetzung von Carl W. Neumann, Nachwort von Gerhard Heberer), Druck: Reclam Stutgart, Germany 1967, s. 686.

i Ragıp Gelencik, "Darwin Ne Yaptı?", Yeni Ülke (dergi), sayı 5, Ekim-Kasım-Aralık 1978, s. 231-238.

[Sayfa başı]


 

  İnsanın Bilinçli ve Bilinçsiz Seçmesi[i]

İnsanoğlu ipekböceğinden file dek farklı türlerden hayvanları evcilleştirip birçok bitki türünü de ekime almıştır. Evcilleştirme ve ekinleştirme yaklaşık on bin yıl önce başlar. Tahıl tarımının geçmişi İsa'dan 6-7 bin yıl önceye uzanır. Ortadoğu ve Mısır uygarlıkları buğdaya; Uzakdoğu uygarlığı çelyiğr; Amerika'da İnka, Aztek ve Maya uygarlıkları mısıra dayanır. Uygun koşullar hep var olmuşsa da, tarih çağlarında evcilleştirilmiş ve ekinleştirilmiş tür pek azdır.
Kimi evcil hayvanların köken türleri, örneğin sığırın köken türü olan Avrupa Yabanöküzü (aurochs) tükenmiştir. Evcilleşme kimi hayvanları öyle değiştirmiştir ki, yabanıl ataları kesinlikle belirlenemez. Koyun Ovis ammon'dan gelmedir, ama onun hangi attürden geldiği belli değildir.
Evcilleştirme ve ekinleştirmeyle birlikte insan eşleşecek hayvan ve tohumu ekilecek bitki bireylerini seçmeye başlar. Bunlar insanın çıkarına uygun bireylerdir. Sonuç, evcil hayvan ve bitki ırklarının kendi çıkarlarına değil, insanınkilere uymasıdır. Darwin bu konuda der ki: "Bütün bu ırkların bugün oldukları kadar tam ve yararlı olarak birdenbire türediğini varsayamayız; gerçekten, pek çok durumda onların geçmişinin böyle olmadığını bilmekteyiz. Bunun başlıca nedeni, insanoğlunun biriktirgen seçmesinin (accumulative selection) etkisidir. Doğa durmadan değişimler yaratır; insanoğlu onları kendine elverişli yönde biriktirir. Bu anlamda, insanoğlunun yararlı ırklar yarattığı söylenebilir."[1]
Seçme, etkisi ve önemi çok eskiden kavranmış bir yöntemdir. Tevrat'ta yukarıya aktarılmış parçada, Yakub'un kendi çıkarına uygun döller almak için sürüye katacağı erkeçleri seçtiği bellidir. Seçme, Kapitalci üretimin yarış koşullarında büyük önem kazanır: Gerçekte İngiliz üreticileri etkileyen, soyağaçları (pedigree) iyi hayvanların çok yüksek fiyatlarla arandığını görmeleridir; böyle hayvanlar dünyanın hemen hemen her yerinde satılmaktadır."[2] der Darwin. Bu, seçmenin çok geliştirilmesine yol açar: "Saksonya'da merinos koyunu yetiştirmede seçme ilkesinin önemi öylesinekavranmıştır ki, seçme, iş edinilmiştir. Koyunlar bir masaya yatırılıp dikkatle incelenir, tıpkı bir uzmanın bir tabloyu incelediği gibi; bu birer ay arayla üç kez yapılır, ve her incelemede koyunlar işaretlenir ve sınıflanır, sınunda en iyileri damızlığa seçilir."[3] Bunun sonucu şudur: "Sanki önce bir biçimin kusursuz bir taslağını duvara tebeşirle çizmişler ve sonra ona can vermişler sanırsınız."[4]
Seçmede küçük bireysel farklar (sürekli değişimler) büyük önem taşır. "Seçme yalnız çok belirgin bir çeşidi ayırmak ve yetiştirmek için yapılsaydı, bu ilkeyi dikkate almaya değmezdi; ama seçmenin önemi, bu konuda eğitilmemiş bir gözün kesinlikle seçemeyeceği farkların, ... birbirini izleyen kuşaklar boyunca biriktirilmesiyle sağlanan büyük başarıdan doğmaktadır."[5]
Amacı bir ırkı değiştirmek olan bu türlü seçmeye Darwin "bilinçli seçme" der. Bir de bilinçsiz seçme vardır. Bu, öteden beri her yetiştiricinin uyguladığı bir yöntemdir. Bilinçsiz seçmede amaç bir çeşidi veya ırkı değiştirmek değildir; ama sonuç, Darwin'in anlatışına göre şöyledir: "Armut klasik çağda tarıma alınmışsa da, Plinius'a göre çok kötü nitelikte bir meyveydi. Bağ-bahçe konusunda yazılmış kitaplarda, bahçıvanların çok kötü gereçlerden olağanüstü sonuçlar elde etmedeki yeteneklerinin büyük bir hayranlıkla anlatıldığını gördüm; oysa onların ustalığı basittir; ve aldıkları kesin sonuçla ilişkisi bakımından hemen hemen bilinçsizce gösterilmiş bir ustalıktır; hep en iyi çeşitleri yetiştirmekten, onların tohumlarını ekmekten, ve biraz daha iyi değişik bir çeşit ortaya çıkınca onu ayırmaktan ve bu işlemi sürdürmekten başka bir şey değildir. Ama Klasik Çağın bulabildikleri en iyi armutları yetiştirmiş bahçıvanları, bizim yiyeceğimiz güzel meyveleri asla düşünememişlerdir: bununla birlikte, bu güzel meyveleri, belirli bir ölçüde, onların her yerde, bulabildikleri en iyi çeşitleri seçmelerine ve korumalarına borçluyuz."[6]
İnsanoğlu eli altındaki hayvanları ve bitkileri öyle değiştirmiştir ki, örneğin, hepsi de yabanıl kayagüvercininden gelen evcil güvercin ırkları doğada görülseydi, her biri hiç duraksanmadan "tür" olarak sınıflanırdı. Günümüzün çok sevilen süs bitkilerinden afrikamenekşesinin yabanılı aşağı yukarı 1925'ten sonra ekime alınmıştır. Uygulanan özenli yetiştirme ve seçme ile elde edilen afrikamenekşesi çeşitleri daha 1960'larda 200'ü aşmıştır.
Demek ki doğa insana değişimler sunar. İnsanoğlu onlardan işine gelenleri seçerek soyaçekimin koruyucu ve sürdürücü etkisinden yararlanıp biriktirir. Böylece kendi çıkarlarına ve gönlüne uygun yeni ırklar ve çeşitler yaratır!
Doğada buna benzer bir düzen işliyor olamaz mı?

1 Charles Darwin, Türlerin Kökeni (beşinci baskı, çeviren Öner Ünalan, Onur Yayınları, Ankara, Şubat 1996), s. 48.
2 Ay., s. 49.
3 Ay., s. 48.
4 Ay., s. 48.
5 Ay., s. 49.
6 Ay., s. 53-54.

i Öner Ünalan, "Darwin Ne Yaptı?", Saypa Yayınları, Ankara, 1997, s. 48-51.

[Sayfa başı]


  Varolma veya Yaşama Savaşı[i]

Darwin yaşama savaşı terimini çok geniş anlamda kullanır: "Bu terimi bir varlığın bir başkasına bağımlılığını, ve yalnız bireyin yaşamını değil (bu çok önemlidir), döl vermedeki başarısını da kapsayan geniş ve eğretilemeli bir anlamda kullanmakta olduğumu belirtmeliyim. Köpekgillerden iki hayvanın, besinin kıt olduğu sırada, beslenmek ve yaşamak için birbiriyle savaştığı gerçekten söylenebilir. Çöl sınırındaki bir bitkinin neme bağımlı olduğunu söylemek daha uygundur, aysa yaşamak için kurağa karşı savaştığı söylenir. Bir bitki her yıl ortalama biri gelişen bin tohum üretir; çok yerinde olarak o sırada toprağı kaplayan aynı ve başka türden bitkilerle savaştığı söylenebilir. Ökseotu elmaya ve başka birkaç ağaca bağımlıdır, ama o ağaçlarla savaştığı çok dar bir anlamda söylenebilir; çünkü bu yarı-asalak bitkilerin birçoğu aynı ağaçta gelişirse zayıf düşer ve ölür. Ama birçok ökseotu fidesi aynı dalda birbirine yakın olarak büyürse, birbirleriyle savaştıkları çok yerinde olarak söylenebilir. Ökseotunun tohumunu kuşlar yaydığı için, varlığı kuşlara bağımlıdır; ve kuşlara kendi meyvelerini başka bitkilerden daha çok yedirmek ve böylece tohumlarını yaymak için, meyveleri kuşlarca yenen bitkilerle savaştığı eğretilemeli olarak söylenebilir. Varolma Savaşı genel terimini, birbiriyle içiçe bu anlamlarda, kolaylık olsun diye kullanıyorum."[1]
"Varolma savaşı, bütün organik varlıkların büyük oranda çoğalma eğiliminde olmalarının kaçımılmaz sonucudur. ... yaşayabilecek olandan daha çok birey üretildiği için, varolma savaşı her durumda, bir bireyle aynı türden başka bireyler arasında, ayrı türlerin bireyleri arasında, ya da fiziksel yaşam koşullarına karşı, vardır."[2]
Doğada birbirine uzak aşamalarda bulunan hayvanlar ve bitkiler, yaşama savaşı sırasında, çok karmaşık bir ilişkiler ağı ile birbirine bağlanır. Kimi bitkilerde çiçektozunun dişi organ tepeciğine ulaşması -ki sonucu döllenip tohum vermedir- böcekler aracılığı ile olur. Çayır üçgülü böyle bir bitkidir. "Çayır üçgülüne yalnız toprak yabanarısı gelir. ... Bundan dolayı, İngiltere'deki toprak yabanarısı cinsi tümüyle tükenseydi ya da çok azalsaydı, ... çayır üçgülü de büyük bir olasılıkla tükenir ya da çok seyrelirdi diyebiliriz. Toprak yabanarılarının herhangi bir bölgedeki sayısı, peteklerini ve ağlarını yok eden tarla sıçanlarının sayısına büyük ölçüde bağlıdır; ... Bilindiği gibi, sıçanların sayısı da kedilerinkine büyük ölçüde bağlıdır; ... Bundan ötürü, bir bölgede çok sayıda kedi olmasının önce sıçanları, ondan sonra da arıları etkileyerek o bölgede belirli bitkilerin çokluğunu belirlediğine kesinlikle inanılabilir!"[3]
"... yaşama savaşında organizma ile organizma ilişkisi, ... bütün ilişkilerin en önemlisidir."[4]
"... en zorlu savaş, aşağı yukarı sürekli olarak, aynı türün bireyleri arasında görülür, çünkü onların hepsi aynı bölgede toplanır, aynı besini alır, ve hepsi de aynı tehlikelerle karşı karşıyadır."[5]
Bellekte kolayca kalacak kısa bir tanım verilmek gerekirse, yaşama savaşı, karmaşık yaşam koşullarında her canlının sağ kalıp soyunu sürdürme çabasıdır.

1 Charles Darwin, Türlerin Kökeni (beşinci baskı, çeviren Öner Ünalan, Onur Yayınları, Ankara, Şubat 1996), s. 82-83.
2 Ay., s 83.
3 Ay., s 92.
4 Ay., s 417.
5 Ay., s 93.

i Öner Ünalan, "Darwin Ne Yaptı?", Saypa Yayınları, Ankara, 1997, s. 51-53.

[Sayfa başı]


  Doğal Seçme veya En Uygunların Kalımı[i]

Türlerin Kökeni'nde teorisini sunarken Darwin'in şöyle bir koşutluğu kurduğu görülür:
1) Değişimler — insan — insan istencine bağlı seçme — insanın çıkarlarına uygun yeni ırklar ve çeşitler.
2) Değişimler — yaşama savaşı — doğal seçme — koşullara uygun yeni türler.
Darwin bu koşutluğu ve Doğal Seçme'yi şöyle açıklar:
"... başlangıç durumunda tür dediğim çeşitler, sonunda nasıl oluyor da açıkça ve birbirinden aynı türün çeşitlerinde olduğundan daha çok farklı, yetkin ve belirgin türlere dönüşüyor diye sorulabilir. Ayrı cinsler denen ve birbirinden aynı cinsin türlerinde olduğundan daha çok farklı olan grupları belirleyen tür grupları nasıl türüyor? Bütün bunlar ... yaşama savaşının sonuçlarıdır. Bu savaştan ötürü, ne denli hafif ve hangi nedenle olursa olsun, değişimler, bir türün bireylerine başka organizmalarla olan aşırı karmaşık ilişkilerinde ve fiziksel yaşam koşullarına karşı herhangi bir ölçüde yararlıysa, böyle bireylerin korunmasına yol açacak, ve genellikle, soyaçekimle döllere iletilecektir. Döllerin de sağ kalma şansı daha çok olacaktır; çünkü bir türün belirli aralıklarla doğan birçok bireyinden ancak pek azı uzun ömürlü olur. Her küçük değişimi, yararlıysa, esirgeyen bu ilkeyi, insanın seçme yetisiyle ilişkisine dikkati çekmek için Doğal Seçme terimiyle adlandırdım. Ama bay Herbert Spencer'in sık sık kullandığı En Uygunların Kalımı deyimi daha doğrudur, ve bazan aynı ölçüde kullanışlıdır. İnsanın seçmeyle kesin olarak büyük başarılar elde edebildiğini, ve doğanın kendisine sunduğu hafif ama yararlı değişimleri biriktirerek organik varlıkları kendi amacına uydurduğunu gördük. Ama daha sonra göreceğimiz gibi, doğal seçme hiç durmadan çalışan bir güçtür, ve insanın küçük çabalarına üstünlüğü, tıpkı doğanın eylemlerinin biliminkilere üstünlüğü gibi, ölçülemez."[1]
Doğal seçmenin herhangi bir alanda iş görebilmesi için, oranın doğal ekonomisinde oradaki canlıların değişiklik geçirmiş bireyleriyle daha iyi doldurulabilecek boş yerler olmalıdır. Başlıbaşına zaman, doğal seçmeyi etkilemez. "Zamanın akışı yalnız yararlı değişimlerin ortaya çıkmasına, seçilmesine, biriktirilmesine ve pekiştirilmesine daha iyi bir şans verdiği için önemlidir; ve zamanın önemi bu bakımdan büyüktür."[2] Doğal seçme genellikle çok yavaş işler ve belirli bir alandaki canlıların ancak birazını ve çok uzun sürede etkiler; her bireye yaşadığı koşullarda yararlı küçük değişimleri kullanarak iş görür; demek ki her bireyin çok küçük üstünlüklerini kullanarak onun üstünlüğü için çalışır. Bundan ötürü doğal seçme bir türde onun zararına olabilecek bir yapılış türetmez. Karmaşık yaşam koşulları yüksek bir organlanma gerektiriyorsa, doğal seçme buna yönelir. Koşullar bir türün kimi organlarını zararlı kılıyorsa, doğal seçme onları değiştirmeye çalışır. Bu gerçekleşmezse o tür tükenir. Yararı da zararı da olmayan değişimler doğal seçmeden etkilenmez. Yapısal sapma sayılabilecek tek değişimlerin doğal seçmeyle sürdürülme şansı yoktur. Doğal seçme koşullara bağlı olarak karşıt yönlerde işleyebilir. Darwin buna şöyle bir örnek verir: "Madeira'da 500 kınkanatlı böcek türünden ... 200'ünün kanatları öyle eksiktir ki, bu böcekler uçamaz; ve yirmi dokuz yerli cinsin en az üçü bu durumdadır! Türlü olgular, -örneğin dünyanın birçok yerinde kınkanatlı böceklerin yellerle denize sürüklenip kırıma uğramış olması ... Madeira'daki kınkanatlıların yek yatışıp gün doğuncaya dek çok gizlenmesi; fırtınalı çöllerdeki kanatsız kınkanatlı oarnının Madeira'dakinden yüksek olması ve özellikle ... kanatlarını kullanma zorunluluğunda olan ve başka yerlerde pek çok bulunan büyük kınkanatlı gruplarının orada hemen hemen hiç bulunmaması olgusu- işte bu türlü gerekçeler, Madeira'daki kınkanatlı böceklerin kanatsızlığının doğal seçmenin belki kullanılmamayla birleşmiş etkisinin sonucu olduğuna beni inandırıyor. Çünkü, ardışık kuşaklar boyunca, kanatları pek eksik geliştiği ya da tembel oldukları için en az uçan kınkanatlı bireylerin yellerle denize sürüklenmeyip sağ kalma şansı daha büyük olacak; ve, öte yandan, uçmaya pek düşkün olanlar, yellerle sık sık denize sürüklenip yok olacaktır.
"Madeira'da besinlerini topraktan sağlamayan, besinlerine ulaşmak için durmadan uçmak zorunda olan, çiçeklerden beslenen belirli kınkanatlılar ve pulkanatlılar gibi böceklerin kanatları ... hiç küçülmemiş, tersine, büyümüştür. Bu, doğal seçmenin etkisine tümüyle uygundur. Çünkü adaya yeni bir böcek gelince, doğal seçmenin onun kanatlarını büyültme ya da küçültme eğilimi, ya çok sayıda bireyin yele başarıyla direnerek uçmasına, ya da seyrek olarak uçmaya kalkmasına ve hiç uçmamasına bağlı olacaktır."[3]
Doğal seçmeyle önce yeni ve belirgin çeşitler, sonra, yaşama savaşında başarılı yeni çeşitlerden yeni ve belirgin türler oluşur. Eski ata türler, koşullara kendilerinden daha iyi uyarlanmış bu türler karşısında yaşama savaşını yitirip tükenirler. Böylece doğal seçme bir yandan türemeye, öte yandan tükenmeye yol açar.
"Doğal seçmenin her gün ve her saat bütün yeryüzündeki en küçük değişimleri inceden inceye araştırarak, kötü değişimleri bir yana atarak, iyileri esirgeyerek, nerede ve nasıl bir fırsat bulursa bulsun, her organik varlığı onun organik ve inorganik yaşam koşullarına göre geliştirmeye sessizce ve gözle görülmeden çalıştığı eğretilemeli olarak söylenebilir. Çağlar geçmedikçe, gelişimdeki bu ağır değişmeleri hiç görmeyiz, ve o uzun ve geçmiş yerbilimsel çağlar boyunca olup bitenleri öylesine eksik bilmekteyizdir ki, ancak yaşamın bugünkü biçimlerinin geçmiştekilerden farklı olduğunu görürüz."[4]

1 Charles Darwin, Türlerin Kökeni (beşinci baskı, çeviren Öner Ünalan, Onur Yayınları, Ankara, Şubat 1996), s. 81.
2 Ay., s. 122.
3 Ay., s. 155-156.
4 Ay., s. 101-102.

i Öner Ünalan, "Darwin Ne Yaptı?", Saypa Yayınları, Ankara, 1997, s. 53-56.

[Sayfa başı]


  Evrim Zincirinin Yitik Halkaları

[i]Doğal Seçme Teorisine göre her tür uzun bir evrim sürecinin ürünüdür. Öyleyse bu evrim zincirinin halkaları gösterilebilmelidir. ... Darwin "teorinin güçlükleri" dediği bu sorunları şöyle koyar: ... "türler başka türlerden belli belirsiz aşamalardan geçerek türediyse, neden her yerde sayısız geçişsel biçimlere (transitional forms) rastlamıyoruz? Bugün gördüğümüz türler yerine doğada neden biçimlerin karmakarışıklığı ile karşılaşmıyoruz?"[1]


[ii]Darwin'in ... sorusu şöyle açılabilir: Geçişsel biçim, yaşayan ve yakın hısım olan iki tür, örneğin at ile eşek arasında kalan bir biçim değildir. Geçişsel biçim, yaşayan bir tür, örneğin at ile atın tükenmiş bir atası arasında yer alan bir biçimdir. At ile eski bir atası arasında yer alan biçimlere bugün neden rastlanmıyor? Darwin bunu türler için soruyor.
Doğal Seçme Teorisi bu soruyu şöyle yanıtlar: Doğal seçme yalnız yararlı değişimlerin korunup biriktirilmesiyle iş görür. Dolayısıyla, yeni her biçim, kendi ata biçiminden daha iyi donanmış ve ona üstün olur; bütünüyle yurtlanılmış bir alanda ata biçiminin ve daha az kayırılmış öbür biçimlerin yerlerini kapar. Bu, onalrın yok olması, evrim zincirindeki o halkaların yitmesi demektir. Tükenme ile doğal seçme birlikte ilerler. Yeni biçimlerin oluşmasıyla ata türler de geçişsel çeşitler de tükendiği için doğada biçimlerin karmakarışıklığı ile karşılaşılmaz. Bugün karşılaşılan türler, kendi evrim zincirlerinin son, daha doğrusu günümüzdeki halkalarıdır.
Yalnız, soru tümüyle yanıtlanmış değildir. Teoriye göre öyle biçimler yaşamış olmak gerekir; dolayısıyla, kendileri yitip gitmişse de, yer kabuğuna gömülüp kalmış izleri (taşılları) bulunmalıdır.
Bugünkü atın (Equus caballus) bilinen ilk taşıl atası, yaklaşık 54-38 milyon yıl önce yaşamış Echippus, öbür adıyla Hyracotherium'dur. Orta boy bir köpek iriliğindeki bu otçul hayvan, ön ayaklarının dörder, art ayaklarının üçer toynağının tümüne basark yürür. At ise her ayağının yalnız bir toynağına basar, orta parmakları ucuna kalkmış durumdadır. Atın evrimi sırasında toynak sayısı azalır, ayak tabanı ortadan kalkar, bacaklar uzar, alt bacaktaki ayrı (bağımsız) kemikler birleşir, vücut ve beyin irileşir, dişlerde birtakım değişiklikler olur ve sonunda, koşmaya olağanüstü uyarlanmış bugünkü biçim ortaya çıkar. Echippus ile at arasında taşıl (geçişsel) biçimler şöyle sıralanır: Orchippus, Epihippus, Mesohippus, Merychippus, Hipparion, Neohipparion, Nannipus, Pliochippus. Bunların sonuncusu tek toynaklıdır. Geçişsel biçimler bu sırayla incelenirse, ayak yapısında tek toynağa, vücutta ve beyinde iriliğe, vb. geçiş, bütün aşamalarıyla görülür.
Darwin'in gününde bu türlü taşıl seriler bulunabilmiş değildir. Onun içindir ki böyle serilerin varlığı, Doğal Seçme Teorisinin dayandığı olgular arasında değil, öngördüğü olgular arasında yer almıştır.

1 Charles Darwin, Türlerin Kökeni (beşinci baskı, çeviren Öner Ünalan, Onur Yayınları, Ankara, Şubat 1996), s. 185-186.

i Öner Ünalan, "Darwin Ne Yaptı?", Saypa Yayınları, Ankara, 1997, s. 69-70.
ii Ay., s. 70-71.

[Sayfa başı]


  Şaşılası Organlar[i]

Yukarıda anılan evrim zinciri ortaya çıkarılmadan önce eskivarlıkbilimciler atın Echippus gibi bir hayvandan türemiş olduğuna pek inanmamışlardır.
Yarasanın da böyle "çok farklı yapısı ve alışkanlıkları olan" bir hayvandan türediğine inanıvermek kolay değildir. Yarasanın türeme zimcirindeki halkalar yitikse de (atınki gibi taşıl bşr seri bulunmuş değilse de), yaşayan hısım türlerde onların benzerleri görülebilir. Örneğin 250'den çok tür içeren sincapgillerde, kuyrukları ancak biraz yassılaşmış türlerden, vücut gerileri epey geniş ve böğür derileri epey bütün olan türlerden, uçarsincaplara dek en ince aşamalar görülür. Uçarsincaplarda ön ve art bacaklar, ayrıca kuyruk başlangıcı, geniş bir deri uzantısıyla birleşmiştir. Bu, onların ağaçtan ağaca, şaşılacak uzaklıklara, havada süzülerek gitmelerini sağlar. Bu aşamalardaki özgün yapılardan her biri, belirli bir sincap türüne kendi yaşam koşullarında yararlıdır; çünkü düşmenin tehlikeli sonuçlarını önler, düşmanlardan kaçmaya ve daha geniş bir alanda daha çabuk besin bulmaya yarar.
Kuşkusuz, her sincap türünün yapısı, olanaklı bütün koşullarda, olabilenin en uygunu değildir. Bu yüzden, yaşam koşulları değişirse, bu türlerden kimileri tükenmek gerekir. Öte yandan, özellikle değişen yaşam koşullarında, böğür derileri daha çok bütünlenen türler sağ kalır. Böylece, yararlı bir değişiklik, yetkin bir uçarsincap ortaya çıkıncaya dek doğal seçmeyle korunup biriktirilir.
Olgulara dayanan bu açıklama yöntemi, karmaşık ve çok yetkin sayılan organlara, örneğin evrimi taşıl kalıntılarla aydınlatılamayan göze de uygulanabilir.
Tek gözeli hayvanlarda gözden söz edilemez, ama kimi tekgözelilerde ışığa duyarlı bir stigma veya gözbeneği vardır.Aşağı hayvanlarda, örneğin bütün hayvan türlerinin yaklaşık %75'ini içeren eklembacaklılarda (böcekler, yaykuyruklar, çokayaklılar, kabuklular, örümcekler, vb.) nokta gözler bulunur. Bir noktagöz altıgen, dikdörtgen veya çember kesitli bir borucuk olup merceği ve duyu öğesiyle birlikte başlıbaşına bir gözdür. Nokta gözlerin bir araya gelmesinden bileşik gözler doğar. Bunlar görüntü oluşturan gözlerdir. Eklembacaklıların birçoğunda bileşik gözlerin yanında basit gözler de bulunur. Bu hayvanlarda gözler olağanüstü çeşitlenme ve aşamalanma gözterir.
Omurgasızların çoğunda yalnız ışığa duyarlı (görüntü oluşturmayan) basit gözler görülür. Böyle gözlerde ışığa duyarlı gözeler ile onları yarım küre biçiminde bir kılıf gibi yarıya dek saran renkli (pigmentli) gözeler vardır. Kimi yumuşakçalarda basit göze bir mercek ve ağtabaka eklenir. Mercek ışık ışınlarını odaklayıp ağtabaka üzerine bir görüntü düşürür. Böylece görüntü oluşturan göze varılır.
Omurgalıların aşağı yukarı hepsi, görüntü oluşturan basit gözlü canlılardır.
Görülüyor ki doğal seçme o keskin kartal gözüne varıncaya dek sayısız değişiklik bulmakta güçlük çekmemiştir. Böyle olguları örnek gösteren Darwin büyük bir güvenle der ki: "Çok sayıda ardışık ve küçük değişikliklerle oluşamayacak bileşik bir organın varlığı gösterilebilseydi, teorim kesinlikle çökerdi."[1]

1 Charles Darwin, Türlerin Kökeni (beşinci baskı, çeviren Öner Ünalan, Onur Yayınları, Ankara, Şubat 1996), s. 202.

i Öner Ünalan, "Darwin Ne Yaptı?", Saypa Yayınları, Ankara, 1997, s. 72-73.

[Sayfa başı]


  İçgüdüler[i]

İçgüdüler de değişir ve örneğin göç içgüdüsünde olduğu gibi bazan tümüyle yitebilir. Bu olgular içgüdülerin doğal seçmeden etkilenebileceğini gösterir.
Darwin, Türlerin Kökeni'nde külrengi guguğun kuluçka asalaklığı, kimi karıncaların köleleştirme ve balarısının petek gözü yapma içgüdülerini Doğal Seçme Teorisi bakımından inceler. Kitapta içgüdülere ayrılan bölüm gözleme, deneye, hesaplamalara dayanan titiz ve uzun çalışmaların kısa bir özetidir.
İçgüdüler taşıllaşmadığı için doğal seçmeyle ilişkileri yerbilimsel belgelerle gösterilemez diye düşünmek tümüyle doğru değildir; çünkü maddesel bir yapı üretmeye yönelik içgüdülerin evrimi, o yapıların taşıllarıyla aydınlatılabilir. Ancak, balarısının en küçük sıcaklık ve basınç etkisiyle bozuluveren o ince, balmumu peteklerinin taşıllaşmış örnekleri olabilir mi?
Balarısının petekleri, inceleyen herkesi şaşkınlığa düşürür. Petek gözleri, düşey bir düzleme dik konumda, iki yanlı sıralanır. Her göz düzgün altıgen prizma biçimindedir. Göz tabanı, ikişer kenarları birbirine birleşik üç eşkenardörtkenin oluşturduğu basık bir piramittir. Piramidin tepesi diptedir. Dolayısıyla tabanın çukur bir yapısı vardır. Her petek gözü, bulunduğu yanda yan yüzeyleriyle altı, karşıt yanda ise eşkenardörtken biçimli üç taban yüzüyle üç, toplam dokuz göze bitişiktir. Bu dokuz yüz, komşu dokuz gözün de birer yüzünü oluşturur ve tek katlıdır. Bundan ötürü, petek gözleri birer birer yapılmazsa da, yapımı bitirilmiş bir göz, birer yüzleri aynı anda bitirilmiş dokuz göz demektir. Balarısı böylece yerden, işten ve kendisi için çok değerli bir madde olan balmumundan en çok kazanmanın yolunu bulmuştur.
Darwin'in balarısındaki bu petek gözü yapma içgüdüsüyle ilgili araştırmaları şöyle özetlenebilir: Doğada, kısa bir serinin bir ucunda anılan petek gözleriyle balarısı, öbür ucunda ise bal koymak için eski kozalarını kullanan, bazan onlara ek olarak balmumundan kısa tüpler, bazan da ayrı ve yuvarlaklığı düzgün olmayan gözler yapan yabanarıları vardır. Balarısının yetkin ve yabanarılarının ilkel petek gözleri arasında Melipona domestica'nın petek gözleri bulunur. Melipona, vücut yapısı bakımından da balarısı ile yabanarıları arasında yer alır. Bu arı, yavru yetiştirmek için silindir biçimli ve oldukça düzgün, bal koymak için de büyük petekgözleri yapar. Düzgün olmayan bir yığın konumunda birleşen bu ikinci petek gözleri aşağı yukarı küre biçimli ve yaklaşık eşit büyüklüktedir. Bu gözler hep birbirini kesecek yakınlıkta yapılır. Ancak bu, Melipona'nın böyle kesişen küreler arasına hep tümüyle düzgün balmumu duvarlar yapmasına elvermez. Bu yüzden, her petek gözünün küresel bir dışyüzü ve bitişik olduğu göz sayısına eşit sayıda düzgün yüzü vardır. Küresel yapıdan ötürü bir gözün tabanı çoğu zaman ve zorunlu olarak karşıt üç göze dayanır. Bu dayanma yüzeyleri balarısının petek gözü tabanlarındaki piramide kabaca benzeyen bir piramit biçimindedir. Böyle petek gözleri yapmak Melipona'ya yerden, işten ve balmumundan kazandırır; çünkü gözlerin kesişen yüzleri de küresel yüzleri gibi tek katlıdır. Melipona bu küresel petek gözlerini merkezleri birbirine paralel iki düzlem üzerinde bulunacak ve gerek bir yandaki, gerek öbür yandaki gözlerin merkezleri aşağı yukarı belirli bir uzaklıkta (yarıçap x.Ö2'ye eşit veya ondan biraz daha az) olacak biçimde yerleştirseydi, petek gözlerinin yapısı tıpkı balarısınınkiler gibi olurdu. Melipona'nın içgüdülerinde küçük ve ardışık değişiklikler olması, doğal seçmenin zamanla bu sonuca varmasına yeter.
Görülüyor ki yerden, işten ve en önemlisi üretimi çok zaman ve çalışma gerektiren balmumundan kazanmaya biraz daha uygun petekler yapan balarısı oğullarının yaşama savaşında başarılı olup sağ kalmasıyla petek gözlerini bugünkü biçimde yapan balarısına ulaşıldığını söylemek için gerekli ve yeter nedeni vardır Darwin'in.

i Öner Ünalan, "Darwin Ne Yaptı?", Saypa Yayınları, Ankara, 1997, s. 74-76.

[Sayfa başı]


  Yaratılış Dogması ve Darwin[i]

Yaratılış Dogmasında türler üstüne söylenenler şöyle özetlenebilir:

1) Bütün türler üç gün sürmüş bir yaratmanın ürünüdür;
2) Her tür, öbürlerinden ayrı ve bugün nasılsa öyle yaratılmıştır;
3) İnsan bütün canlılardan apayrı (Tanrı'nın suretinde) yaratılmıştır;
4) Bugünkü türler, Nuh'la birlikte kurtulmuş belirli sayıdaki bireylerin dölleridir.

Görüldüğü gibi, Yaratılış Dogmasında canlılar âlemi birbiriyle ilişkisiz, değişmez türler topluluğu sayılır; insan o âlemin dışında ve üstünde tutulur.
Yaratılış Dogması "Yeryüzünde yaşam nasıl başladı?" sorusunu da yanıtlar: Yeryüzünde yaşam, Dogmada anlatıldığı gibi yaratılarak başlamıştır!
Bütün bunların yanlışlığından hiç kuşkusu olmadığını söyleyen Darwin'in vardığı sonuçlar, yukarıdaki maddelerle sınırlı ve karşılıklı olarak şöyledir:

1) Türler pek uzun bir evrim sürecinin ürünüdür;
2) Hiçbiri değişmez ve kalımlı olmayan türlerin hepsi, ortak bir veya birkaç kökenden gelmektedir;
3) Yeryüzünde belirişi sözkonusu olunca, insan canlılar âleminin dışında ve üstünde değil, bütün canlılarla birlikte düşünülmelidir; çünkü onlarla kökendeştir;
4) "Yaşayan canlı biçimlerinin hepsi Kambriyum Döneminden önce yaşamış olanların doğrudan doğruya dölü olduğu için, kuşakların o bilinen ardışımı asla kesilmemiştir; ve dünyayı tümüyle ıssız bırakmış hiçbir tufan olmamıştır."[1]

Böylece canlılar âlemi, insanı da içermek üzere, bir bütün olarak, yaşam da bir süreç olarak görülüyor. Yalnız, burada "Yeryüzünde yaşam nasıl başladı?" sorusuna yanıt yok.
Yeryüzünde yaşam nasıl başladı veya cansız maddeden canlı madde nasıl doğdu? Bu soru organik evrimle değil, yaşam öncesi kimyasal evrimle ilgilidir. Onun içindir ki Darwin yeryüzünde başlamış olan yaşamın nasıl gelişip bugünkü türlere ve insana vardığı ile ilgilenir. Ancak, ilerde görüleceği gibi, şu soruyla ilgilenecektir: Cansız maddeden bugün de canlı doğuyor mu?

1 Charles Darwin, Türlerin Kökeni (beşinci baskı, çeviren Öner Ünalan, Onur Yayınları, Ankara, Şubat 1996), s. 551.

i Öner Ünalan, "Darwin Ne Yaptı?", Saypa Yayınları, Ankara, 1997, s. 14-15.

[Sayfa başı]


  İnsanın Sınıflamadaki Yeri[i]

Canlılar çok çeşitli ölçütlere göre sınıflanabilirse de, canlılar âlemini kopmaz ilişkilerle örülmüş bir bütün olarak kavrayan bilimsel sınıflama soy bağlantılarına dayanır.

İnsanın sınıflamadaki yerini gösteren şema
(Resmin üstüne tıklayınız.)

105. sayfada insanın sınıflamadaki yerini gösteren pek basit ve eksik bir şema sunuluyor. Şemada bilimsel terimler ve ayrıntılar da savsanmıştır. Bu soybilimsel şemaya göre, yukarıdan aşağı inildikçe, adı verilen hayvan toplulukları küçülür. "Hayvanlar Âlemi" bütün hayvanları kapsarken, örneğin "şempanze" veya "insan" yalnızca "tür" denen topluluktur; dolayısıyla en küçük canlı topluluğu birimidir. Gene şemaya göre, insanın en yakın hısımları insanbiçimli maymunlardır. Bitkiler ise en uzak hısımlarıdır. İnsan, memeli olarak, şemada gösterilmemiş öbür memelilerle (tekdelikliler, keseliler ve etenliler) yakın hısımdır. Onlar, omurgalı olarak, insanın en yakın hısımlarıdır. Balıklar ise, omurgalı olarak, insanın en uzak hısımlarıdır. Vb. Gene şemaya göre, insan, insanbiçimli, uzun kollu ve uzun kuyruklu maymunlar ortak bir ata türeden türemişlerdir. Bu ata tür tükenmiştir, bugün yaşayan dar burunlu maymunların hiçbirine benzemez. Bütün omurgalılar hısımdır. Hepsi ortak bir atadan türemiştir. Balıklar en ilkel yapılı omurgalılardır.
Omurgalıların ortak ataları balıklardan da ilkel, tükenmiş bir türdür. Demek ki şema bir türün bugünkü hısımlık ilişkilerini ve türeme çizgisini gösterir. Ve şemaya bakılarak, örneğin şu sonuca varılabilir: İnsanın türeme çizgisi üzerinde gerçek balık, sürüngen, kuş yoktur. İnsanın türeyişi başlangıçta öbür memelilerinkiyle ortak bir yol izlemiştir. Bu bilgiler, şemada gösterilmiş öbür türler için de geçerlidir.
Şemada insanın sınıflamadaki en eski yeri ve daha sonraki yerlerinden biri, noktalı çizgilerle gösterilmiştir.[ii] Sınıflamada insana böyle yerler vermenin nedenleri ve anlamı üzerinde bir daha durmaya gerek yoktur.
İnsanın primatlarla birlikte sınıflanması gerektiğini ilk söyleyen Linneaus'tur. T. H. Huxley ise insanın maymunlarla ilişkilerini ayrıntılı olarak göstermiştir. Darwin insanın sınıflamadaki yerini titizlikle tartışmıştır; çünkü insanın türeyişini doğru kavrayabilmek için doğadaki yerini doğru saptamak gerekir. 105. sayfadaki şema Darwin'in vardığı sonuçlara uygundur ve özünde bugün de geçerlidir.

* * *

Şemadaki insan biçimli, dar burunlu, memeli, omurgalı gibi nitelemelr gösterir ki bu sınıflamanın tabanı fiziksel yapıdır. Doğabilimciler canlıları ryhsal veya zihinsel yetilerine göre sınıflayamazlar. Sınıflamanın tükenmiş canlıları da kapsadığı düşünülürse bu tümüyle olanaksızdır. Durum böyleyken, Darwin insanın sınıflamadaki yerini tartışırken zihinsel yetilerini daha aşağı hayvanlarınkilerle karşılaştırmayı gerekli görür. Kuşkusuz, insanın zihinsel yetileri yukarı hayvanlarınkinden bile çok yüksek bir düzeye ulaşmıştır. Ancak, zihinsel yetilerin merkezi beyindir. Beyinsel ıralar soyaçekildiği için zihinsel yetiler de soyaçekilir. İnsan ve aşağısındaki hayvanlar ortak bir kökenden geldiklerine göre, insanın zihinsel yetileri ile onlarınkiler nitelik bakımından değil, nicelik bakımından farklı olmak gerekir. Başka bir söyleyişle, kökendeşlikten ötürü, insanın zihinsel yetileri daha aşağı hayvanlarda başlangıç durumunda veya az gelişmiş düzeyde bulunmak gerekir. Darwin, anılan karşılaştırmayı yaptıktan sonra, insanın yüksek zihinsel yetilerinin onu sınıflamada özel ve ayrı bir yere koymayı gerektirmediğini söyler. Görünüşte, karşılaştırmayı bunu göstermek için yapmıştır; ama bu yola başvurmakla şunu da göstermiş olur: İnsan bugünkü yüksek zihinsel yetileriyle de bir evrim ürünüdür.
Darwin karşılaştırmasında içgüdüler, coşkular, merak, benzenme (imitation), dikkat, bellek, imgegücü, sağduyu, alet kullanma, soyutlama, dil, güzellik duygusu, Tanrı inancı ve din, ruhsal araçlar, boş inançlar, ahlak gibi çok çeşitli noktalar üzerinde epey ayrıntılı durmuştur. Burada ayrıntısız iki örnekle yetiniliyor:
Sürülerde ve topluluklarda birlikte yaşayan birçok hayvan türünde, insandan çok aşağı hayvanlarda, örneğin karıncalarda ve arılarda bile, bildirişim aracı olarak dil vardır. Balarıları, özel devinişleriyle, balözü veya çiçektozu kaynağının yerini yuvadaşlarına bildirirler. Bu, belirli bir nesneye (Güneş'e) göre, yuvadan belirli bir uzaklıkatki belirli bir noktanın tanımlanması demektir; dolayısıyla oldukça karmaşık bir zihinsel işlem gerektirir. Doğu ve Güney Afrika'da yaşayan yeşil maymunların (Cercopithecus callitrichus) başlıca düşmanları (pars, kartal, yılan...) için ayrı uyarı bağırtıları veya seslenişleri vardır. Belirli bir seslenişi işiten sürüdeş maymunlar o seslenişle bildirilen düşmana uygun önlemler alırlar. Demek ki yeşil maymunların kendi pars, kartal, yılan... kavramları vardır. Anlamlı sesler çıkarmak yalnız insana özgü değildir. "Bununla birlikte, eklemli (articulate) dilin sürekli sürekli kullanımı insana özgüdür; ama insan, aşağı hayvanlar gibi, amacını anlatmak için eklemsiz (inarticulate) çığlıklardan da yararlanır ve onları yüz kaslarının ve ellerinin devinimleriyle destekler."[1] Dille ilgili çeşitli görüngüler üzerinde durduktan sonra Darwin şu sonuca varır: "... eklemli konuşma yetisinin kendisi, insanın daha aşağı bir biçimden gelişmiş olduğu inancına yenilmez hiçbir güçlük çıkarmamaktadır."[2]
İnsan alet kullanan tek hayvan değildir. Maymunlar sert kabuklu yemişleri kırmak ve düşmanlarını savmak için taş, yetişemedikleri yemişleri düşürmek için ağaç dalları kullanırlar. Dalları kaldıraç olarak da kullanırlar. Daha aşağı hayvanlar da çeşitli nesneleri alet gibi kullanırlar. Örneğin, Galapagos Takımadaları'nda yaşayan bir ispinoz türü, kaktüs gövdelerindeki kovuklarda yaşayan böceklerle beslenir ve gagasıyla erişemediği böcekleri uzun kaktüs dikenlerini iğne gibi kullanarak kovuklarından çıkarır. Yalnız, alet kullanmanın ileri biçimi olan alet yapmak, insana özgüdür.
İnsan ile yukarı hayvanları zihinsel yetileri bakımından karşılaştıran Darwin şu sonuca varır:
"İnsanın ve yukarı hayvanaların, özellikle maymunların ... duyuları, duyumları, sezgileri aynıdır; acıları, duygulanmaları; kıskançlık, kuşku, imrenme, gönül borcu ve gönül yüceliği gibi daha karmaşık olanları bile benzerdir. İnsan ve yukarı hayvanlar hile yapar ve hınçlanıp öç alırlar; bazan alay edilmekten alınırlar, ve hepsinin şakacı bir yanları bile vardır. Şaşarlar ve merak ederler. Hepsinde aynı yetiler, benzenme, dikkat, yargılama, seçme, bellek, imgegücü, birleştirim (association) ve sağduyu, çok farklı ölçülerde olmakla birlikte, vardır. Aynı türün bireyleri, zeka bakımından, kesin aptallıktan üstün zekalılığa dek farklı aşamalarda bulunur. Hepsi de, insandan daha seyrek olmakla birlikt, çıldırabilir."[3] Demek ki, insan zihinsel yetileri bakımından, aşağı hayvanlardan aşılmaz engellerle ayrılmış değildir.
Darwin'in The Expression of the Emotions in Man and Animals (İnsanda ve Hayvanlarda Coşkuların Dışavurumu) adlı kitabı da burada kısaca anılmalıdır.[iii] Darwin bu kitabında coşkuların (korku, sevinç, öfke... gibi çok güçlü duygu durumlarının) insan ve hayvan bedenlerindeki ve özellikle yüzlerindeki dışavurumlarının çok benzeştiğini gösterir. Bu, yalnız fiziksel yapı benzerliğinin değil, zihinsel yapı benzerliğinin de sonucudur.
Darwin, bu konudaki çalışmalarıyla, bütün canlıların davranışlarındaki düzenlenişi karşılaştırmalı olarak inceleyen psikoloji dalının (karşılaştırmalı psikoloji'nin) kurucusu olur ve dilbilimcilerin dile bakış açılarını genişletir.

1 Charles Darwin, İnsanın Türeyişi (yedinci baskı, çeviren Öner Ünalan, Onur Yayınları, Ankara, Nisan 1995), s. 110.
2 Ay. s. 118-119.
3 Ay., s. 102-103.

i Öner Ünalan, "Darwin Ne Yaptı?", Saypa Yayınları, Ankara, 1997, s. 104-109.
ii Saypa Yayınları'nca basılan kitapta şemanın sözkonusu kesimleri 'noktalı' değil, 'düz çizgiler'le basılmış. Çizimimizde bu kusuru düzelttik.
iii Bu kitap Türkçeye çevrilmemiştir.

[Sayfa başı]


I Bu sayfada, Öner Ünalan'ın, Darwin'in organik evrim kuramı ile ilgili yazılarından alıntılar sunuyoruz.

II Bkz.: "110 Yıl Yok Sayıldı", Hayat (Evrensel gazetesinin Pazar eki), 15 Şubat 2009, Pazar, s. 11. (Yazıyı okumak için buraya tıklayınız.)