|
Hikayede Yeni Bir Ad:
Öner Ünalan[i]
Öner Ünalan, 1965 yılı Yunus Nadi Küçük Hikaye
Yarışması birincisi. Yarışmayı kazanan hikayesinin adını bir kere de biz
yazalım: "Karıncayı İncitmeyen Adam". Hikayenin kahramanı
karıncayı incitmeyen adam, tarla faresi yüzünden adam öldürür. Öner'e göre
Anadolu insanının dışa vuran kaba ve hatta mantıksız olayların arkasında gizlenen
iç dramının bir hikayesidir bu. Öner, 1935'te Bursa'da doğmuş. Bir yıl önce de
evlenmiş. Otelin hemen giriş kapısındaki koltuğa oturmuş. Ülkü Tamer ile içeri
girdik. Ülkü ile Öner tanıştı. Şöyle oturuyoruz: L'nin uzun kenarında Öner,
sonra ben, küçük kenarında Ülkü. Önümüzde masa. Masanın üzerinde üç süt
şişesi, parasını Öner ödeyecek.
Konuşmayı dinleyen: Ülkü TAMER |
"Ayakların da çok iri Öner. Kaç numara ayakkabı giyiyorsun?"
"Kırk beş."
"Beykoz mu?"
"Beykoz, halis yerli malı."
(Ülkü Tamer, sütünü içmeye başladı.)
"Hiç koka-kola içtin mi?"
"Amerika'da içmiştim. Burada içmiyorum."
"Niye içmiyorsun?"
"Çok pahalı."
"Sahi sana fakültede okurken Sırık Öner derdik. Boyun ne kadar var?"
"Sabah mı, akşam mı?"
"Değişiyor mu yoksa?"
"Genellikle insanların boyu akşamları bir iki santim kısalır. En uzun boyum 189
santim."[ii]
"Niye Yunus Nadi Armağanına hikaye gönderdin?"
"İşim yoktu, canım sıkılıyordu. Yazdım bir hikaye gönderdim."
"Hikayeyi yazdıktan sonra mı göndermeyi düşündün, yoksa göndermek için mi
yazdın?"
"Göndermek için yazdım. Ama öteden beri bu konuyu yazmak vardı aklımda."
"Başka hikaye yazmış mıydın bu arada?"
"Çok eskiden, lise son sınıfta filan.."
"Aklında hikaye yazmak diye bir şey mi vardı, yoksa bu konu mu vardı?"
"İkisi de vardı aslında."
"Nerden aklına geldi bu 'Karıncayı İncitmeyen Adam' hikayesini yazmak?"
"Bizim İrfan'ı biliyorsun. Gelen'di değil mi soyadı. Onunla Veterinerler
Derneği'nde bir gün yazılması güç konulardan söz ediyorduk. Bir takım konular
sıralamıştık. İrfan "Mesela" demişti, "herif tarla faresi yüzünden
adam öldürüyor. Kalk da yaz bunun hikayesini" demişti. Üstünde pek durmadım o
zaman. Dört beş yıl oluyor biz bunu konuşalı."
"Evet.."
"Evet, işte o.. Ordan takıldı aklıma bu konu.."
"Hikayeye devam edecek misin?"
"Zorluyorsunuz beni. Yazacağım herhalde. Mecbur olacağım birader."
"Seni başka şeye zorlayan oldu mu?"
"Neye mesela?"
"Mesela cinayete de zorlasak cinayet işleyecek misin? Benim sormak istediğim
başka. Biz seni hikaye yazmaya zorluyoruz. Ayrıca hikaye yazmak hoşuna gidiyor
mu?"
"Yazmak hoşuma gitmiyor ama, yazdıktan sonra hoşuma gidiyor."
"Nasıl bir şey duyuyorsun ki hoşuna gidiyor?"
"Nasıl bir şey duyacağım. Bir şey yapmış olmanın rahatlığını.."
"Rahatlamak kolaydır. Şey çekince de rahatlar insan."
"Tabii hikaye yazdıktan sonra bacaklarım rahatlamıyor."
"Bacakların rahatlamıyor anladık, ama seni rahatlatan şey nedir?"
"Biliyorsun ki, biz yaptığımız işleri sevmiyoruz bu memlekette. Hiçbir işimiz
gönlümüzce olmuyor ki.."
"Eeee.."
"O zaman bir hikaye yazıyorsun, paşa gönlünün istediği gibi. Rahatlıyorsun. Bu
başka bir şey de olabilir, hikaye olması şart değil tabii. Bir yerde özgür
oluyorsun, kendin oluyorsun.."
"Kendin oluyorsun sözü üzerinde duralım: Kendin olmak sözü ile ne anlatmak
istiyorsun?"
"Günlük işlerimizde genellikle kendimiz olamıyoruz. Meslekle ilgili
çalışmalarda filan."
"Evet?"
"Bugün yaptığımız işler, karşılaştığımız şeyler, bir sürü
kırtasiyecilik, özellikle benim önüme çıkıyor."
"Önüne çıkınca ne yapıyor? Seni başkalaştırıyor mu, yabancılaştırıyor
mu?"
"Öyle oluyor. Bilim adamı olmak istiyordum. Bırakmadılar ki.. O iş olsaydı
belki daha rahat olurdum.."
(Ülkü Tamer başını koltuğa yaslamış, gözlerini kapamış.)
"Amerika'ya ne zaman gitmiştin?"
"1962 Ağustosunda."
"Hiç orada yabancı kadınla bulundun mu?"
"Hayır."
"O niye?"
"Amerikalı kadınları tuhaf buldum. Şöyle söyleyeyim: Onlarda kadın havası
yok."
"Tatmin edici bir cevap olmadı."
"Belki de bu bir şeyi gizlemek için söylenmiş bir cümle oluyor. Ben kadına pek
düşkün bir adam olmadım. Amerika'da kadınla uğraşmadan da vaktimi
değerlendiriyordum. Arkadaşlık ettiğim kızlar oldu. Ama senin sorduğun manada
değil. Bu arkadaşlık hikayesini yazmasan iyi olur. Gönül (eşi) yine başıma kakar
benim... Onu da mı yazıyorsun?"
"Elbet yazacağım. Amerika senin düşüncelerinde değişiklikler yaptı mı?"
"Amerika mı? Bazı bakımlardan yaptı tabii. Mesela bak, yaşamaya daha kolay
yollardan gitme, sonra şu ellerimizi kullanmanın önemi. Öyle sanıyorum ki, bu
konulara daha önce yeteri kadar önem vermemiştim."
"Bunlar ıvır zıvır şeyler. Amerika'da sana ödenen parayı hangi devlet
veriyordu?"
"AID veriyordu, Amerika Birleşik Devletleri."
"Niye veriyordu sana bu parayı?"
"Bizim devletle karşılıklı anlaşma esaslarına göre verilen bir para."
"Amerika'ya gitmeden önce, Van'ın Ernis Öğretmen Okulu'nda da öğretmenlik
yaptın. Ernis'te de AID'den maaş verdiler değil mi?"
"Hayır, hayır..."
"Sana Ernis'te hiç maaş vermiyorlar mıydı?"
"Bizim devlet veriyordu, biliyorsun."
"Niye veriyordu bizim devlet bu maaşı?"
"Bir iş yapıyordum devlete, onun karşılığı olarak veriyordu."
"Amerika'da sen Amerikalılara ne iş yapıyordun ki Amerikalılar sana para
veriyordu?"
"Amerikan propagandası yapmak için hazırlanıyordum, onun için veriyorlardı. Sen
başka bir şey mi düşünüyorsun bu konuda?"
"Hayır ben düşünmüyorum, soruyorum."
"Rahatça yaz, tekrar Amerika'ya gönderseler de gitmem."
"Niye gitmezsin?"
"Bir kere sevmedim o memleketi. Orada yaşamak hoşuma gitmedi."
"Amerika'dan dönünce, pratik hayatta kullanmak için Amerika'da gördüğün
aletleri, makineleri kullanmayı düşündün mü, istedin mi?"
"İstemedim. Mesela bir traş makinesi bile almadım."
"Peki, tarım makineleri, laboratuvar aletleri?"
"Tarım makinelerini de düşünmedim. Şunun için: Amerikadaki makineleri kullanmak
bizde iktisadi olmuyor. Pamuk toplama makinesini bizde kullanmak, ırgat
çalıştırmaktan daha pahalıya gelecek. Üzümü bile makinelerle topluyorlar."
"Peki, Amerika'dan dönerken senin insan düşüncende çarpıcı değişiklik oldu
mu?"
"Hayır."
(Ülkü Tamer bir eliyle bıyıklarını buruyor.)
"Hangi insanı hikayelerinde katılaştırmak istiyorsun? Nasıl bir insanın
özünü sunmak istiyorsun?"
"Halkın dışındaki insanlar beni ilgilendirmiyor."
"Belki malzeme olarak halktan insanlar seçeceksin. Sen kendini mi anlatmak
istiyorsun?"
"Kendimi anlatmak? Bu benim için problem bile değil."
"Sorumu daha açayım: Kafka doğuşuyla, içinde bulunduğu toplumla, yaşadığı
çağ ile kendi oluşan kişiliği arasındaki çelişmeleri, uyuşmazlıkları hikayeye
çevirmiş ve bunun için de malzeme olarak başka insanları seçmiştir ama, kendi
gerçeğini anlatmıştır. Sen kendi gerçeğini anlatmak ister misin?"
"Yazdıklarım inandığım, ispat edilmiş doğrulara uygun olsun isterim.
İnandığım doğruları hikayeyle ispata kalkışmak yanlış bir şey. Hikayenin işi
değil bu.."
"İnandığın doğrular ispat edilmiş olabilir. Fakat sen ispat edilmiş değilsin,
senin gerçeğin ispat edilmiş değil. Senin doğuşundan, içinde yaşadığın
toplumdan, içinde bulunduğun çağdan gelen ve katılaşan bir gerçeğin var. Bu her
gün yeniden büyüyen, değişken bir gerçek. Bu gerçeği tespit etmeyi düşünür
müsün hiç?"
"Hikaye yazmakta esas olan şu sanıyorum: İnsanın durumunu anlatmak.."
(Ülkü çenesini tutuyor ve karşıdaki tabloya bakıyor.)
"İçinde yaşadığın çağ seni tatmin ediyor mu?"
"Niye tatmin etsin? Daha iyi bir çağın olabilirliğini bilince, nasıl tatmin
olurum? Sen memnun musun?"
"Anlaşılıyor ki geleceğinden memnunsun."
"Gayet tabii."
"Nükleer silahlar, nüfusun artışı veya bilmeyeceğimiz ve gelecekte dünyayı
tehdit edebilecek olaylar ve insanlığın birgün biteceği, kaybolacağı korkusu,
hayata bağlayan şeylerin de birlikte kaybolacağı düşüncesi, tedirginliği hiç
olmadı mı sende?"
"Yok öyle bir endişem."
(Ülkü ensesini kaşıdı.)
"Nerden aklına gelmişti bu hikayeyi yazmak?"
"Canım sıkılıyordu biliyorsun.."
"Fotoğrafını çekeceğim."
"Şimdi mi?"
i Dost (dergi), Ankara, Haziran
1965, s. 9-10. (Dergide, söyleşiyi kimin yaptığı yazmıyor. Öner Ünalan'ın eşinin
bildirdiğine göre, söyleşi Ankara Ulus'taki Cihan Otel'in lobisinde, Muzaffer
Erdost tarafından yapılmış.)
Öner Ünalan'a, 1965 Yunus Nadi Armağanı kısa öykü birincilik
ödülünü kazandıran "Karıncayı İncitmeyen Adam"
adlı kısa öyküyü okumak için buraya
tıklayınız.
ii Öner Ünalan'ın boyu gençliğinde 192 cm., 75 yaşındayken 187 cm. idi.
|
|