Hakkında Yazılanlar | Yazılar

İŞTE SİZE BİR KILAVUZ KİTAP[i] | Ahmet Say

Yazılarını "Ragıp Gelencik" takma adıyla yazan dostum Öner Ünalan'ın (1935-2011), öncelikle kimliğini özetlemek isterim size. Bu yoldan gitmezsem, Öner'in felsefe, bilim, edebiyat ve dilimiz konusundaki kavrayışındaki temeller belirtilmemiş olur. O zaman Ünalan'ın dilimiz sorunları üzerine ileri sürdüğü görüşler pek anlaşılamaz; daha kötüsü, yukarıda belirttiğim alanlar arasındaki bağlantılı kurgu da açık seçik görülemez.
Şöyle başlamak gerekir: Öner Ünalan, hem ciddi bir bilim adamı hem düzeyli bir edebiyatçı hem de yurdumuzun önde gelen bir dilcisiydi. Ankara'da Ziraat Fakültesi'ni bitirdikten sonra Amerika'da yüksek lisans çalışmasını tamamlamıştı. Ama tarımcı da değildi Amerikancı da. Bana kalırsa bitkilerden başlayarak canlıların gizi üzerinde duran, buradan "insanoğlu"nun niteliklerine yönelen, "birey"in biyopsişik özelliklerini göz ardı etmeden toplumun sorunları üzerinde kafa yoran, buradan da toplumumuzun doğal ve canlı bir iletişim düzeneği olan dilimizin sorunlarına eğilen zor bulunur bir aydınımızdı.
Öner Ünalan'ın yukarıda saydığım niteliklerini açıklamak pek kolaydır: Çünkü o, bitkilerden bütün canlılara, insanoğlundan toplumlara, bizim toplumumuzdan bizim dilimize uzanan bilim ve sanat paleti üzerine uluslararası planda çalışmıştır: Darwin'in "Türlerin Kökeni", "İnsanın Türeyişi" ve "Seksüel Seçme" adlı kitaplarını çevirerek Darwinci bilim kavrayışını Türkiye'ye tanıtan Öner'dir. Açık söyleyeyim, o bu işe soyunmasaydı Darwinci öğretiyi gereğince tanıtacak başka bir "bilim adamı-çevirmen"i daha yıllar yılı beklerdik.
Özellikle 1960'lı ve 1970'li yıllarda, yapılacak işler bakımından Türkiye'de hiçbir devrimci aydının yitirecek zamanı yoktu. En azından, hepimiz bu duygudaydık. Öner, felsefe tarihinin ayrıntılarına zaman ayırmadan, doğrudan doğruya çağdaş düşünceyi örneklemek istemiş, Marx, Engels ve Lenin'den "temel kaynak" özelliğinde çok sayıda kitap çevirmişti. Bu eserleri dilimize tam bir bilinç ve doğru kavrayışla ancak o kazandırabilirdi kanısındayım.
Şimdi geliyorum onun "edebiyatçı" yönüne... Sözü uzatmaya ne gerek var? 1977-83 yılları arasında, sahibi olduğum ve yazı işleri müdürlüğünü üstlendiğim aylık edebiyat dergisi "Türkiye Yazıları"nın dört kurucusundan biri Öner'dir: Cemal Süreya, Öner Ünalan (yani Ragıp Gelencik), Vecihi Timuroğlu ve ben, önce üç yıl süren sıkı bir arkadaşlıktan sonra kolları sıvamıştık. Henüz ikinci sayısı çıkmadan Cemal'in dergiden ayrılmasını Öner, öteki kurucu arkadaşlara yapılmış bir haksızlık olarak görmüş ve çalışmalarımıza var gücüyle hız vermişti. Özellikle dilimiz konusunda yazdığı deneme ve tartışma yazılarıyla yaklaşık dört bin okurumuzun gözünde, derginin düşünce-edebiyat-dil alanlarında doyurucu bir işlev üstlendiğini duyumsatan yine oydu. İnanır mısınız, gerekli olsa ya da Öner bunun gerekliliğine inansa ona, "Bir şiir yaz, hikâye yaz! Hadi hemen!" dense, valla ertesi gün getirirdi! "Şiirini ve hikâyeni Almanca istiyoruz, üçüncü gün de İngilizcesini!" dense bunu da yerine getirirdi.
Diyeceksiniz ki, "Yaşamında şiir, hikâye mi yazmıştı o?" Marifetlerini saklayan bir adamdı; şiir de yazmış, şiir de çevirmişti; ama bilinen tarafı, edebiyatın hikâye dalında, seçiciler kurulunun eksiksiz oyuyla 1965 Yunus Nadi Ödülü'nü almış olmasıydı. Yoruma gerek var mı?
Cemal'e kalırsa eğer, bu "uzun beynin" aklına eserse Nobel Edebiyat Ödülü'nü de alırdı! (Cemal, benim yanımda Öner'in yüzüne söyledi bunu.)
Söylesin... Öner'in o tür şatafatlı işlerde gözü yoktu. Onun gözü, insanlığın ve Türkiye'nin kurtuluşundaydı. İnançla ve hırsla kendimizi ve birbirimizi kemirdiğimiz yılların aceleciğinde, "âcilci"lere söylenecek sözü vardı Öner'in:
"Dur be kardeşim, demir tavında dövülür!" Ve ertesi gün, yayıncısına, Einstein ile Infeld'in yazdığı "Fiziğin Evrimi" kitabının çevirisini, bir süre sonra da üzerinde çalıştığı "Dil ve Politika" adlı kitabını teslim ederdi.

* * *

Türkiye'de 1960'lı, 1970'li yıllarda yaşanan dil sorunumuz, o dönemde başka, bugün başkadır. Şöyle de söyleyebiliriz: 1980 faşist darbesine kadar dilimizde ana sorun, Türkçenin özleşmesi, daha çok Osmanlıca sözcüklerden arındırılmasıydı; bugün ise dilimiz öyle bir kirlenme, yozlaşma içindedir ki, bu keşmekeşin içinden çıkmak için, birçok temel toplumsal kurumun yeniden yapılandırılması gerekir.
1980'e kadar dilimizdeki temel sorunların çözüme kavuşması yolunda tek başına yetki ve sorumluluk üstlenen bir kurum vardı: Türk Dil Kurumu. Buyurgan bir tutum içinde olan bu kurumun uzmanlarından kaynaklanan bitmez tükenmez yanlışları düzeltme ve gidermeyi, başta Ragıp Gelencik olmak üzere Türkiye Yazıları dergisi görev sayıyordu. Ragıp Gelencik, İngilizce ve Almancadan yaptığı çeviriler sırasında, Türkçenin yetersizliklerini uzun yıllar alt etmeye çalışmış yaratıcı bir beyin olduğu için, olağanüstü zenginlikte deneyimler kazanmış, ayrıca deneyimlerinden temel sonuçlar çıkarmayı da bilmişti. Düşünce planında zaten üstün bir yetenek olan Gelencik'in eleştirilerini, hemen hiçbiri yabancı dil bilmeyen TDK uzmanlarının umursadığı yoktu. Bu tutumla yetersizliklerinin gizlendiğini sanıyorlardı.
Neydi yetersizlikleri? En başta, türettikleri bir sözcüğü önerirken karşılığında değişik anlamlar taşıyan birçok sözcüğü yok etmenin, dolayısıyla Türkçeyi yoksullaştırmanın farkında bile değillerdi. Bir örnek vereyim: Şeref, haysiyet, gurur, izzetinefis gibi ayrı anlamları olan sözcüklerin yerine, yalnızca ONUR sözcüğünün kullanılması, Türkçemizin düpedüz yoksullaşması demekti. TDK'nın "uzmanlar"ı, dilimizin ana özelliklerinden biri olan "takı dili" niteliğini de hiç düşünmeden sözcük üretebiliyordu: "Aşk" sözcüğü için SEVİ önerilmişti. Peki, "âşık" nasıl denecekti? Başka bir anlama gelen SEVİCİ mi? Kaldı ki "âşık" sözcüğü bizde saz şairleri için de kullanılır. Âşık Veysel yerine "Sevici Veysel" mi denmeli?
Bu gibi düşüncesizlik ve sorumsuzluklar, keşke yukarıda belirttiğim örneklerin benzerleriyle sınırlı kalsaydı. Cemal Süreya, kendisine "Ozan" denmesine öfkelenir, "Ozan da kim? Ben şairim!" diye tepki gösterirdi. Daha açık konuşayım, Türkiye Yazıları olarak biz hepimiz, "Öz Türkçeci" değil, "Türkçeci"ydik.
Tek seçici, tek yetkili olan Türk Dil Kurumu uzmanlarının yeni sözcük önerirken işte bu yönden çok özenli davranması ve halk arasında alay konusu olabilecek örneklerden kaçınması gerekirdi. Dilin bir ruhu (pardon, "tini") vardır. Tepeden inmeci anlayış, her zaman ters teper. Alın işte: 1980 faşist darbesiyle Türk Dil Kurumu dümdüz edilince ortalığı boş bulan gerici çevreler, dilimizin yozlaşmasına çanak tuttular. Bu çok tehlikeli yozlaşma kasırgası karşısında çaresiz kaldık.
Elinizdeki "Dil Günlüğü", konuyla ister istemez ilgilenen bütün okurlar, yazarlar, çevirmenler, daha doğrusu, bütün ilerici güçler için bir "kılavuz kitap" niteliği taşıyor.
"Ragıp Gelencik" takma adını kullanan Öner Ünalan için, benim gibi siz de "Işıklar içinde yatsın!" diyeceksiniz.

Ahmet Say
Ocak 2012


i Ahmet Say'ın, Öner Ünalan'ın "Dil Günlüğü" adlı kitabı için yazdığı giriş. Bkz.: Öner Ünalan, "Dil Günlüğü", 1. Baskı, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, Ocak 2012, s. 11-14. (Kitapla ilgili bilgi için buraya tıklayınız.)