|
PAŞA'SIZ TDK KURULTAYI DOLAYISIYLA SÖYLEŞİ[i]
"... dilimizi geliştirme yönelimi içinde bulunan kişiler
isteseler de kendilerini Türk Dil Kurumundan soyutlayamazlar." Böyle söylüyor Bay
Emin Özdemir. ("Yanılsama", Türk Dili, sayı 321, Haziran 1978.)
Bana göre bu sözün bir tek açık yanı var: Bu yazım Bay Özdemir'e göre
"dışardan gazel okumak" değil! Ama sahnede gazel okuduğum da söylenemez
doğrusu...
Bir de şöyle diyelim: "Dilimizi geliştirme yönelimi içinde bulunan kişilerden
istese de kendini soyutlayamaz Türk Dil Kurumu." Bu söz Bay Özdemir'e ters mi
gelir, bilmem; ama bilinen odur ki buna inanmayan, tüzük değişiklikleriyle vb. TDK'yi
kapalı bir dernek haline getirmeyi amaçlayanlar var. Ayrıca, TDK'nin bütün
Türkçeseverlere açık bir dernek olabilip olamadığı da tartışılabilir. 1973 III.
Olağanüstü Kurultayı, o baskı günlerinde, TDK Tüzüğüne "Atatürk'e ve
Atatürk ilkelerine bağlı bulunmak"la ilgili bazı maddeler eklemişti. O maddeler,
biraz da CHP'nin Türk Dil ve Tarih Kurumlarına karşı açtığı davadan doğmuş
belirli kaygılara yorulabilir. Ama o tüzük değişikliğinde TDK'yi kapalı bir dernek
haline getirme eğiliminin payı daha büyüktür. Bu eğilimdeki kişiler kendilerini
amaçlarına ulaşmış sayıyorlar mı? Hayır! Bakınız, onlardan biri ne diyor:
"Kurumun ödülleri ... verilirken salt dile bakılır. Yönetmelikte, Atatürk'e
bağlı kişilerin yapıtları, Kemalist yazını yansıtan yapıtlar diye bir sınırlama
söz konusu değil! Bu da bir hoşgörü görüntüsü... Türk Dil Kurumu, Kemalist
anlayışta bir yazının gelişmesi için yönetmeliğine bir madde koyamaz mı?"
(Sami. N. Özerdim, "Yalnız Öz Dil ile mi?", Türk Dili, sayı 321,
Haziran 1978.) Bu anlayışla TDK nereye kadar kapalı bir dernek haline getirilebilir?
Oldu olacak, tüzüğe eklenecek bir maddeyle üyeler yalnız kendi aralarında kız alıp
vermek durumunda bırakılsın. Bir dernek için kapalılık bunun da ötesine
götürülemez! Ve böylece TDK değil tüzüğünde bildirildiği gibi "kamu
yararına çalışır devrimci bir bilim derneği", bir dernek olmaktan da
çıkar; ama herhalde yalnız üyelerinin kullandığı bir dil de yaratır. İşi biraz
da şakaya getirdiğim doğrudur. Ama kapalı dernek isteklilerince Kuruma hazırlanan
geleceğin ne olduğunu kestirmek için şaka bile geçerli bir yöntem olabiliyor.
Bay Özdemir'in alıntıladığım sözüne gene döneceğim; ama bir sözünü daha
anmalıyım: "... bugün hiçbir dilsever kendini Türk Dil Kurumunun başlattığı
ve sürdürdüğü savaşımın dışında düşünemez." (Aynı yazı.) Bence
karanlık ve yanlış bir söz bu. Pek çok sigara tiryakisi, halinin nedenlerini bilmesi
şöyle dursun, düşünmemiştir bile. Ama bu onların sigara tiryakisi olmasını
engellemez. Oysa dilseverlik hiç de böyle değildir. Bu sözcük bana çok geniş
kapsamlı görünüyor. Dilsever, belirli nesnel ve öznel gerekçelerden ötürü, en
genel anlamıyla dile büyük ilgi ve sevgi duyan kişidir bence. Onun içindir
ki anadilinden başka en az bir dille ilişkisi olmak gerekir. Neden dilsever olduğunu da
çok iyi bilir. Bay Özdemir'in bu sözcüğü Türkçesever anlamına kullandığını
sanıyorum. Başka bir anlamda kullanmış olsa bile, böyle davrandığını varsayarak
yazıyorum. Türkçeseverlik hiç kimseye bağışlanmış değildir. Türkçeseverler de
gökten zembille inmiyor. Türkçeseverlik Türkiye'nin belirli tarihsel, ekonomik ve
toplumsal koşullarından kaynaklanıyor. Gerçekte ideolojik ve politik bir sonuç.
Üstelik her zaman aynı ideolojik ve politik nedenlerden doğmuyor. Belirli çıkarlar
güderek Türkçesever görünenler veya yalnızca ellerinden geldiği kadar öztürkçe
konuşup yazmaktan her nedense hoşlandıkları için kendilerini Türkçesever sananlar
vb. bir yana bırakılırsa, Türkçesever denebilecek bir kişi, belirli bir ideolojik ve
politik bilince varmış olmalıdır. Türkçeseverlerin ortak yanları, ulusal
varlığın gerekliğine inanmaları, onu sürdürmeye çalışmaları, ulusal çapta
kolay ve çabuk bir iletişim ve bildirişim kurmayı gereksemeleridir, denebilir. Ama bu
ortak yanlar, sözgelimi onların aynı dünya görüşünde olmalarını gerektirmez. Dünya
görüşü terimini, Türkçeseverler arasındaki farkların ne kadar geniş ve derin
olabileceğini vurgulamak için özellikle kullanıyorum.
Biraz da, Bay Özdemir'in söyleyişiyle, "Türk Dil Kurumunun başlattığı ve
sürdürdüğü savaşım" üzerinde durayım. Neymiş bu savaşım? Bay Özdemir
"ulusal dili koruma ve geliştirme" savaşımından söz ediyorsa, bunun ne
zaman başladığı ve kimlerin emekleriyle yürütüldüğü bellidir. TDK 1932'de,
Türkçeyi resmî dil olarak geliştirmek için kurulmuştur. Resmî dilden ne
anladığımı da söylemeliyim: Bir ülkedeki bütün resmî işlerde (resmî eğitim ve
öğretim de birlikte olmak üzere) kullanılması zorunlu dil! "Türk Dil Kurumunun
kurucusu ATATÜRK'tür. Kuruluş için dilekçeyle Hükümete başvuranlar: Çanakkale
Milletvekili Semih Rifat (Başkan), Afyonkarahisar Milletvekili Ruşen Eşref (Ünaydın:
Genel Yazman, Zonguldak Milletvekili Celâl Sahir (Erozan: Üye ve Vezneci), Manisa
Milletvekili Yakup Kadri (Karaosmanoğlu: Üye)"dir. (TDK Tüzüğü madde 2.)
Kurucular arasında gayri resmî kimse yoktur. Bu bir raslantı mıdır? TDK 1950'lerin
başlarına kadar resmî dili geliştirme görevini yerine getirir. Resmî dilin
geliştirilmesinden resmen vazgeçilince, TDK üyesi küçük-burjuva aydınlardan
kimileri, gerçekte resmî ideolojiye aykırı düşmeden, şovenci bir anlayışla dil
geliştirme işini sürdürürler. 1950'lerde onların bu davranışı sol veya ilerici
görünür, hiç değilse çoğunlukla öyle değerlendirilir.[ii] Ve öyle
değerlendirilmesi için daha sonra da çaba gösterilir. TDK'nin tutumu, özünde, 27
Mayıs Darbesinden sonra da değişmez. Kurum, Türkçeyi her zaman resmî ideolojinin
sınırları içinde geliştirmeyi amaçlamıştır.[iii] Açınız Türkçe
Sözlük'ün 6. Baskısını ve bakınız örneğin proleter, emekçi, işçi
sözcüklerine. Hepsinin de anlamdaş olarak sunulduğunu göreceksiniz. Birtakım
sözcüklerin veya terimlerin resmî sınırlar içinde açıklandığını göreceksiniz.
Yürülükteki yasalar karşısındaki görünüşü ne olursa olsun, TDK her zaman hiç
değilse yarı-resmî bir kuruluş olarak kalmıştır. Ve bunun gerçekleştirilmesinde,
en az çeyrek yüzyıl boyunca, başrolü oynayanlardan biri Ömer Asım Aksoy'dur; başka
bir söyleyişle, TDK'nin İsmet Paşası'dır. Aksoy'un gücünü yalnız kişisel
erdemlerinden ve artamlarından aldığını sanmak veya düşünmek yanlıştır.
Böylece "Türk Dil Kurumunun başlattığı ve sürdürdüğü savaşımın"
sınırlarını bir söyleşinin elverdiği ölçüde belirlediğimi sanıyorum. TDK
Türkçeyi ulusal ve modern bir dil olarak geliştirmek için çaba göstermiş
değildir. Oysa bugün gereksenen, Türkçeyi modern bir ulusal dil yapmaktır. Demek ki
"bugün kimi Türkçeseverler kendilerini Türk Dil Kurumunun başlattığı ve
sürdürdüğü savaşımın dışında düşünebilirler!" Ve bu, Türkiye'nin
gelişim sürecinin bugünkü aşamasına uygun düşer.
TDK'nin süregelen tutumunu kanıtlamak için de bir tek örnek yeter: Nerde Türkçenin
modern dillerle ve onların gelişimini etkilemiş klasik dillerle karşılıklı
sözlükleri? Nerde her gerekseyenin güvenerek başvurabileceği bir Türkçe sözlük?
Bu iş için TDK'ye yarım yüzyıl az geldiğine göre, daha kaç yarım yüzyıl
beklenecek? Yabancılar, Türkçe ile kendi dilleri için sözlükler hazırlarken neden
yarım yüzyıl gereksemiyorlar? Çeşitli sözlükler hazırlamada bireyler neden TDK'yi
geçmiştir?
Bu sorulardan sonra Bay Özdemir'den alıntıladığım ilksöze dönebilirim: "...
dilimizi geliştirme yönelimi içinde bulunan kişiler isteseler de kendilerini Türk Dil
Kurumundan soyutlayamazlar." Bu, ancak, TDK'nin izleyegeldiği dil politikasını
sürdürmek amacıyla kullanılabilecek bir slogan olabilir. Türkiye'de dil geliştirme
işi TDK'nin tekelinden çıktıkça böyle sloganlara başvurulacaktır. TDK'yi kapalı
bir dernek haline getirme girişimlerinin altında ise onu biricik başvurağı
yapma amacı yatmaktadır. Gerçekte, TDK, ulusal dilimizi geliştirme yönelimi içinde
bulunan kişilere kapanagelmiştir. Dolayısıyla o kişilerin kendilerini TDK'den
soyutlamaları söz konusu değildir. TDK'nin çöküşü diyalektik yasalara uygun
oluyor; Kurum, güçlenmek için kendi içine kapandıkça gücünü yitirecek ve tükenip
gidecektir. Bundan ötürü bay Özdemir'in sözünü gerçeği dile getirmek için
şöyle değiştirmek gerekir: "Bugün dilimizi geliştirme yönelimi içinde bulunan
kişiler istemeseler de kendilerini Türk Dil Kurumundan soyutlamak zorunda
kalabilirler."
Evet, TDK'nin İsmet Paşası, Ömer Asım Aksoy, köşesine çekildi. Kurultay yakında
(Temmuz içinde) Paşa'sız toplanacak.[iv] Ama kurultayın paşasızlığı
ilk bakışta göründüğü kadar önemli değildir. Aksoy belirli koşulların
ürünüydü. O koşullar, zayıflamış bile olsalar, Aksoy'un adayını veya adaylarını
da yaratacaklardır. Öğrenmeyi beklediğim bir tek şey var: Hızla gelişen ülkemizin
koşulları, TDK üyesi Türkçeseveleri hangi ölçüde etkiledi? 
i Ragıp Gelencik,
"Paşa'sız TDK Kurultayı Dolayısıyla Söyleşi", Türkiye Yazıları
(dergi), sayı 16, Temmuz 1978, s. 8-10.
ii Öner Ünalan, "TDK Kurultayı Dolayısıyla Notlar" adlı
incelemesinde şöyle söyler: "1950'lerin başlarında, Türkiye'de Mc Carthyciliğe
taş çıkartan bir antikomünist politika güdülür. O yıllarda şoven bir dil
politikası izlemekten başka bir şey yapmayan TDK'li aydınlar da bu gerici politikanın
saldırısına uğrarlar. TDK sözcüleri bu saldırılardan haklı olarak yakınırlar.
12 Mart döneminde toplanan Olağanüstü Kurultayda Kurum tüzüğündeki üyelik
koşullarına eklenen 'Atatürk'e ve Atatürk ilkelerine bağlılık', öyle görünüyor
ki, bir korunma önlemidir.
"İlericilik ilişkindir (relative). Dünün ilerici sınıfı burjuvazi,
bugün gericidir. Belirli bir çağda, belirli bir toplumda ilericilik, o toplumun nesnel
ve öznel koşullarında insanlığın toplumsal ilerleme yasalarına uygun davranıp
davranmamaya bağlıdır. TDK'nin ilericiliği de bu ölçüte göre tartışılmak
gerekir. TDK 'sosyalizme eğilimli veya yönelik' anlamında ilerici olmamıştır.
TDK'den böyle bir ilericilik de beklenemez. Ancak, öyle görünüyor ki, 1950'lerde bu
derneğe yöneltimiş Mc Carthyci saldırılar, kimilerinde TDK'nin ilerici olduğu
sanısını uyandırmıştır." (Bkz.: Ragıp Gelencik, "TDK Kurultayı
Dolayısıyla Notlar", Dil ve Politika (Fe Yayınları, Ankara, Kasım
1993), s. 66. Bu yazı ilk kez Türkiye Yazıları dergisinde (Ragıp Gelencik,
"TDK Kurultayı Dolayısıyla Notlar", Türkiye Yazıları (dergi), sayı 44,
Kasım 1980.) yayınlanmıştır. Yazıyı okumak için buraya tıklayınız.).
iii Öner Ünalan, sonraki bir yazısında, TDK'nin tarihini özetler. Bkz.:
Ragıp Gelencik, "Yasayla Türk Dili Kullandırımı", Evrensel Kültür
(dergi), sayı 63, Mart 1997, s. 19-22. (Yazıyı okumak için buraya tıklayınız.)
iv Öner Ünalan, 1978'deki TDK Kurultayından önce, Oluşum
dergisinde de, toplanması beklenen kurultay üzerine bir yazı yayımlamıştır. Bkz:.
Ragıp Gelencik, "TDK Kurultayından Beklenen", Oluşum (dergi), sayı 26,
Haziran 1978, s. 1. (Yazıyı okumak için buraya tıklayınız.)
|
|