Yazıları

ANLAMDAŞ SÖZCÜKLER VE DİLDE VARSILLIK[i]

Su dediğimiz maddenin ölü ve diri bütün dillerdeki adları çok büyük bir anlamdaş sözcükler kümesi oluşturur. Böyle kümelerdeki sözcüklerin hiçbiri öbürlerinden üstün de değildir astın (inferior) da.

Her dilde olduğu gibi Türkçede de anlamdaş sözcük kümeleri vardır. Bu kümelerdeki sözcükler öz, yabancı kökenli ama zamanla özümsenmiş (Türkçeleşmiş) ve yabancı sözcükler olabilir. Bunların öz ve özümsenmiş olanları, Türkçe düşünme ve iletişmeyi hiç aksatmayıp kolaylaştırdıkları için yabancı olanlarından üstündür. Örnek: Anadili Türkçe olanlar için binyıl anlanıveren bir sözcüktür; çünkü bin ve yıl kavramlarının Türkçe adlarının birleştirilmesinden doğmuştur. Binyıl, anadili Türkçe olanlar bakımından, yabancı millennium (Latince mille, bin + annus, yıl) sözcüğünden Türkçe olduğu için değil, düşünmeyi ve iletişmeyi kolaylaştırdığı için üstündür. Burada şöyle bir genelleme yapılabilir: Her dilde, öz ve özümsenmiş sözcükler, düşünme ve iletişme bakımından, yabancı karşılıklarından üstündür. Bu bir olgudur ve her dilde öz ve özümsenmiş sözcükleri özellikle yeğleyip onların yabancılarından uzak durmanın bilimsel ve felsefi gerekçesidir.

Dil, ideolojiler ve politikalar dışı veya üstü bir görüngü (phenomenon) değildir. Bizzat-kendi (veya kendisi), hatta-bile çiftlerindeki bizzat ile hatta sözcüklerine salt söylemek diline, işitmek kulağına hoş gelmediği için kullanmayıp kendi ve bile sözcüklerini yeğleyen kişinin tutumu bireyseldir. Bizzat ve hatta sözcüklerini Arapçadır (veya Osmanlıcadır) diye kullanmayıp kendi ve bile sözcüklerini özellikle Türkçe oldukları için kullanan, böyle anlamdaş sözcük çiftleriyle karşılaşınca hep Türkçe sözcükleri yeğrek bulan kişi, belli ki ideolojik ve politik davranmaktadır. O, ulusalcılığı şu veya bu biçimde (şovence, antiemperyalistçe, vb.) benimsemiş, ulusal varlığın korunup geliştirilmesinde dilin yerini, önemini ve değerini kavramış biridir; dolayısıyla onun tutumunda toplumsallık vardır. Anlamdaş sözcüklerin özellikle Osmanlıcalarını kullanmak tutucu veya gerici; ve öz, özümsenmiş, yabancı ayrımı gözetmeden hepsini kullanmak, bilmezlikten ileri gelmiyorsa, kozmopolit bir ideoloji ve politikayla bağlantılıdır.

Kimilerine göre, örneğin Arapça hatta ile Türkçe bile, Farsça henüz ile Türkçe daha, Arapça bizzat ile Türkçe kendi (veya kendisi), ve ikisi de Türkçe olan hani ile nerede gibi sözcük çiftlerini BİR tümcede kullanmak yanlıştır. Kimileri ise onları böyle kullanmayı bir çeşit vurgulama, anlamı pekiştime sayar. Böyle düşünüp davrananlar bu türlü kullanımın boşyineleme (tautology) olduğunu görmeyen veya görmezlikten gelenlerdir ve genellikle kozmopolit dil anlayışını benimsemiş kişilerdir.

Kozmopolit dil anlayışı anlamdaş sözcük çokluğunu dilde varsıllık sayar. Oysa anlamdaş sözcük çokluğu iletişimi aksatan bir engel olabilir. Gelincikgiller (Papaveraceae) familyasından bir yıllık bitki türlerinin genel adı olan gelincik sözcüğü Türkçede yalnız değildir, 36 anlamdaşı vardır: alvala, arıgülü, aşotu, börekoto, çaplançanak, düğmeliot, gagaç, gelincikmancarı, gelineli, gelingülü, gelinkadın, gelinotu, gündüzgülü, gülgülü, hüddüdü, ibiççe, ibibitçe, ibifece, kahma, kahmacık, kakma, kangılız, kapçık, kapçıkotu, kapıcak, kapırcak, kapurcak, karagöz, karakazancık, köpeklolosu, malaşa, mülülü, titregızım, tultuk, vıcıvıcı, yordanlı.[1] Belli ki bu anlamdaş sözcük bolluğu Türkçenin iletişim bakımından yalıtılmış ve azçok dar alanlarda farklı gelişmesinin sonucudur, iletişimi aksatan bir varsıllıktır, Türkçenin iletişim gücü bakımından yoksulluktur. Yalnızca gelincik sözcüğü var ve kullanılır olsaydı Türkçe neyi anlatıp iletmekte yetersiz kalırdı? Kozmopolit dil anlayışının anlamdaş sözcük çokluğunu dilde varsıllık saydığına bir örnek: "... 'millennium', 'milenyum' terimlerini kullanmama hayli üzülmüşler, bana Türkçe 'binyıl' önerisinde bulunuyorlar.

"'Millennium'a da, 'milenyum'a da, 'binyıl'a da yazılarımda rastlayacaklar. Dil zenginliği açısından hepsi yazılsın."[2] Görülüyor ki yazar, iki türlü yazılmış bir sözcüğü iki ayrı sözcük sayarak Türkçenin varsıllığına eşsiz bir katkıda bulunuyor!

Kozmopolit dil anlayışı, anlamdaş sözcükleri anlamları azçok farklı sözcükler sayar. Örnek: "Ben çeşitlilikten yanayım. Ozan da olmalı şair de. Öykü de hikâye de. Edebiyat da yazın da. Çünkü ikisinin de anlam farklılıkları taşıdığı kanısındayım."[3]

Burada ozan-şair çifti yanlış bir örnektir. Ozan ile şair bir değildir. Yalnız, ozan sözcüğünü şair sözcüğünün anlamdaşı imiş gibi kullananlar var. Hikâye-öykü, edebiyat-yazın çifteleri böyle değildir. Öykü, epeydir, hikâye anlamına kullanılan bir sözcüktür. Bu iki sözcük belirli bir yazın türünün adıdır. Biri (hikâye) Arapça, öbürü (öykü) Türkçe. Bir şeyin adı, o şeyin niteliklerinden farklı bir şeydir. Onun içindir ki adı değiştirilen hiçbir şey, farklı veya başka bir şey olmaz. Edebiyat-yazın sözcükleri de hikâye-öykü sözcükleri gibidir. Yazar bu sözcük çiftlerinde anlam farkı olmadığını hiç değilse sezdiği için "kanısındayım" diyor. Bu anlayışa göre bizim hem bir edebiyatımız var hem bir yazınımız, hem hikâyecilerimiz var hem öykücülerimiz. Yazar "kanısındayım" demekle yetineceği yerde, edebiyatımızdan bir hikâyeci, yazınımızdan da bir öykücü adı veriverse ya! Millennium ile milenyum'un binyıl'dan, daha açıkçası 1000 YIL'dan kaç saat veya gün veya ay veya yıl eksik veya artık olduğunu söyleyiverse ya![ii]

Kozmopolit dil anlayışı, anlamdaş sözcükleri hiçbir yeğlemede bulunmadan kullanmanın söyleme bir güzellik verdiğini, dilin gelişimine katkısı olduğunu varsayar. Örnek: Bir yazıda müsait-uygun, ihtimal-olasılık, tavsiye-öneri (Teklif-öneri olmalıydı.), detay-ayrıntı, metot, yöntem, teori-kuram çiftleri anıldıktan sonra deniyor ki: "... yazılarımda kendisinin verdiği örnek çiftlerinin hem sağındaki hem de solundakileri hemen aynı sıklıkla kullandığıma herhalde dikkat etmemiş. Bu yöntem, yalnız dilin ses zenginliğini, yazının ve konuşmanın ahengini arttırmakla kalmaz, eşanlamlı fakat farklı kökenli sözcükler arasında zamanla minik nüansların oluşmasına zemin hazırlayarak dilin anlam haznesini genişletir."[4]

Yazarın tutumu (O, "yöntem" diyor.) ihtimal-olasılık, metot-yöntem, teori-kuram çiftlerine sırasıyla probability, usul ve nazariye sözcüklerini eklemeyi gerektiriyor.

Yazar bütün bu sözcükleri dilediği gibi kullanarak Türkçenin ses varlığına ne katıyor? Hiçbir şey! Çünkü o sözcüklerdeki bütün sesler Türkçede var. Yazar müsait, ihtimal, tavsiye, detay, metot sözcüklerini kullanmakla, arı Türkçe söylemlerde görülüveren o çok düzenli ses uyumunu bozuyor.

Günlük konuşmalarda anlamdaş sözcüklerden dile gelivereni kullanmak hoş görülebilir. Bir yazıda veya konuşmada yazar gibi davranmak, bir yerde A'nın x teorisi dedikten sonra, aşağıda B'nin y kuramı, daha aşağıda C'nin z nazariyesi demek, belirli bir kavram için üç ad kullanmaktır. Bu, düşünme veya düşünce-dil ilişkisi bakımından gereksizdir. Ziya Gökalp onlarca yıl önce "Değildir bir mânâ üç ada muhtaç." demişti. Ayrıca bu, bir yazıda veya konuşmada dil bakımından tutarlı bir bütünlük arayanlar için bir çeşit aksaklıktır. Gereksizlik ve aksaklık ile güzellik arasında olumlu ilişki kurulabilir mi?

Gelincik sözcüğü 36 sözcükle anlamdaştır ama, 1) sansargillerden bir hayvan türünün; 2) mezgitgillerden bir balık türünün; 3) bir kuş türünün de adıdır. Ayrıca arpacık, çıban, yılancık vb.'ye verilen ortak addır. Bir sözcüğün birtakım sözcüklerle anlamdaşlığı, çok farklı anlamlarda kullanılmasına engel değildir. Bu, herhangi bir anlaşma güçlüğü yaratmaz; çünkü sözcükler açık seçik anlamlarını kullanımları sırasında edinirler. Tek başına gelincik sözcüğünün hangi anlama geldiğini kimse söyleyemez. Demek ki bir anlamdaş sözcük kümesindeki herhangi bir sözcük, anlamdaşlık ilişkisi dışında, çok farklı anlamlarda kullanılabilir ve kullanılırsa çok farklı anlamlar edinebilir. Burada söz konusu olan, yazarın deyişiyle anlamca "minik nüanslar" değildir, büyük farklardır. "Minik nüans" salt yazar kullandığı için Türkçeye çevrilmek gerekirse "küçücük fark" veya "ayırtıcık" denebilir. Teori, kuram, nazariye sözcüklerinin anlamları arasında ayırtıcıklar doğması için onları azıcık da olsa farklı anlamlarda kullanmak gerekir. Yazarın yaptığı bu mudur? Hayır! Onun içindir ki tutumunu değiştirmedikçe Türkçenin bu anlamda gelişmesine hiçbir katkıda bulunamaz.

Diyelim ki bir anlamdaş sözcük kümesindeki sözcükler öyle kullanılabilir ki, zamanla anlamları arasında ayırtıcıklar doğar. Türkçede bunun örnekleri bulunmak gerekir. Ne yazık ki yazar, Türkçede anlamdaş sözcük kıtlığı varmış gibi, görüşünü İngilizce sözcüklere başvurarak kanıtlamaya çalışıyor.

Kozmopolit dil anlayışına göre İngilizce her bakımdan örnek olan ve örnek almamız gereken dildir. Hemen yukarıdaki alıntının arkası şöyle: "İngilizce bunun dünyadaki en güzel örneğidir: Germen kökenli bir kelime olan warlike ne kadar İngilizce ise aynı anlama gelen Lâtin kökenli bellicose da o kadar İngilizcedir. Birincisi zamanla 'savaşı isteyen, hep harbe hazır' ikincisi de 'savaşı isteyen, saldırgan' anlamlarına kayma göstermiştir. İyimser anlamına gelen optimist mi İnglizcedir yoksa sanguine mi?"[5]

Diyelim ki o sözcüklerin hepsi İngilizcedir. Bu, savunulan görüşün doğru olduğunu göstermeye yaramaz.

İngilizce, anlamdaş sözcükler arasında "minik nüanslar" doğması bakımından en güzel örnekmiş. Ne var ki yazar İngilizceden yararlanıp "minik nüans"lara açık seçik bir tek örnek vermiş değildir. Yazar, iki sözcük çifti anıyor: warlike ile bellicose ve optimist ile sanguine. Birinci çiftteki sözcükler için şu anlamları veriyor:

Warlike: savaşı isteyen, hep harbe hazır.
Bellicose: savaşı isteyen, saldırgan.

Böylece bu sözcükler "savaş" isteyen anlamına geldikleri için anlamdaş oluyorlar ama, birincisi "hep harbe hazır" ikincisi de "saldırgan" anlamına "kayma eğilimi gösterdiği" için anlamları arasında "minik nüans" doğmuş olmuyor. Olamaz da; çünkü "hep harbe hazır" ile "saldırgan" arasında anlamca "minik nüans" değil, düpedüz fark vardır. Savaşa hep hazır olan, saldırgan da olabilir savungan da. İkinci çiftteki sözcüklerin anlamdaş olup olmadıkları bile açıkça söylenmiyor. Kısacası, "Minik nüans"ların varlığı kanıtlanmadan kalıyor. Başka türlü de olamaz; çünkü onlar yazarın ve düşündeşlerinin kuruntusudur.[iii]

Kozmopolit dil anlayışına göre İngilizcenin neden örnek almamız gereken dil olduğuna gelince, bir yabancı dergide "İngilizcenin Zaferi" başlıklı bir yazı okuduktan sonra o yazıda kendi dil anlayışının savunulduğunu gören veya sanan bir yazar diyor ki: "Yazıda, İngiliz dilinin gelişme nedenlerinin başında, yabancı dillerden kelime alarak zenginleşmesi gösteriliyordu. Dil fanatizmini bırakmışlar, yeter ki dilimiz zenginleşsin demişler."[6]

Doğrusu İngilizler pek ileri görüşlü imişler, nerede ve ne zaman olduysa, düşünüp böyle bir karar almışlar ve onu uygulayıp dillerini kolayca varsıllaştırmışlar... Biz aptal mıyız, neden onları örnek almıyoruz?

İngilizce birçok dilden sözcükler almıştır. Bu, yazarın sandığı gibi alınmış bir kararın ve uygulanmasının sonucu değildir. İngilizler, üzerinde güneş batmayan bir sömürge imparatorluğu kurarlarken, yeryüzünün dört bir yanında bilmedikleri nesneler, insanlar, inanışlar ve düşünüşler ile karşılaştılar. Bunların kimilerine İngilizce adlar verebildiler, kimilerine veremediler; dolayısıyla onların yerel dillerdeki adlarını ister istemez aldılar. Bunlar İngilizce karşılıkları olmayan ve bulunamayan sözcüklerdi. Bu türlü zorunluklardan ötürü dillere yabancı sözcükler girmesine kimsenin diyeceği olamaz ve gene bu türlü zorunluklardan ötürü yeryüzünde başka dillerden sözcükler almamış dil yoktur. Bunun bir dili çoğu yabancı anlamdaş sözcüklerle doldurup sözümona varsıllaştırmakla ilgisi yoktur.

Yazar, Fransızların ulusal dillerine sahip çıkıp İngilizceye savaş açmalarını yanlış buluyor. Fransızlar da büyük bir sömürge imparatorluğu kurmuşlardı. Fransızca bugün otuzdan çok ülkede konuşuluyor. Fransızlar ekonomik ve kültürel bakımdan o ülkelerdeki egemenliklerini sürdürmek, elleri altındaki pazarları yitirmemek istiyorlar. İngilizceye savaş açmalarının toplumsal-ekonomik gerekçesi budur. Biz İngilizceye savaş açsak (Nerde o günler!) böyle bir gerekçemiz olabilir mi?

Bilimsel ve felsefi temeli olmayan kozmopolit dil anlayışı dilsel bakımdan çok sakıncalıdır ve, açık söylemek gerekirse, ideolojik ve politik bakımdan çok tehlikelidir.


1 Bkz: Prof. Dr. Turhan Baytop, Türkçe Bitki Adları Sözlüğü, (Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları: 578), "Gelincik" maddesi.

2 Doğan Hızlan, "Hadi Gel Dilimize 'Geri Dönelim'", Hürriyet, 15 Ekim 1999.

3 D. Hızlan, "Ataç Türkçesi Çankaya'da", Hürriyet, 26 Ekim 2000.

4 A. M. C. Şengör, "Dil Zenginliği ve 'Öz'cülüğün Tuzakları üzerine", Cumhuriyet Bilim Teknik, 4 Kasım 2000.

5 Aynı yazı.

6 D. Hızlan, "Ataç Türkçesi Çankaya'da"...


i Ragıp Gelencik, "Anlamdaş Sözcükler ve Dilde Varsıllık", Cumhuriyet Bilim Teknik (dergi), sayı 722, 20 Ocak 2001, s. 16, 21. (Yazıyı, Öner Ünalan'ın, daktilosuyla yazdığı özgün metne uygun aktardık; ancak, basılı metin üzerinde yaptığı el yazısıyla düzeltmelerini de dikkate aldık.)

ii Öner Ünalan, anlamdaş sözcüklerin anlamları azçok farklı sözcükler sayılması konusunda, "15 Ağustos '98" tarihli günlüğünde şunları söylüyor:

15 Ağustos '97

Türkçeye her ne zamansa girmiş, bugün de kullanılan yabancı kökenli eski sözcükler ve onlara uygun sayılıp kullanılan yeni sözcükler var: kelime-sözcük, edebiyat-yazın, hasret-özlem gibi. Kimileri yazarlarken yalnız eski, kimileri yalnız yeni sözcükleri, kimileri de onlardan yalnız herhangi birini kullanıyorlar. Bu tutumlara diyeceğim yok. Kimileri ise böyle sözcük ikililerinden eskisinin bir yeri, yenisinin de ayrı bir yeri olduğunu sanıp hiçbirinden vazgeçmiyorlar. Böyle davranıp örneğin edebiyat ve yazın sözcüklerini birlikte kullanan kişi şunu sormalı: Bunlarla bir tek kavramı mı dile getiriyorum, iki ayrı kavramı mı? Diyelim ki iki ayrı kavramı dile getirsin. Ben o  kavramları nasıl bileceğim? Şu da var: Ben hep yazın sözcüğünü kullanıyorsam, eski ve yeni sözcükleri birlikte kullanan kişi, yazılarımdaki yazın sözcüğünün ne zaman kendi kullandığı edebiyat ve ne zaman gene kendi kullandığı yazın sözcüğüne denk düştüğünü nasıl anlayacak? Hangi öznel gerekçeyle olursa olsun eski ve yeni sözcükleri birlikte kullanan kişi bilmeli ki iletisinde var sandığı incelikleri (?) kendisinden başka kimse anlamaz.

Bkz.: Öner Ünalan (Ragıp Gelencik), "Dil Günlüğü", 1. baskı, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, Ocak 2012, s. 164.

Siyah-kara sözcük çiftini alalım. Diyelim kişi, bu ikisi arasında şöyle bir fark görüyor: Siyah, kara değil, parlak karadır. Bunu belirtmedikçe, sözlerindeki inceliği kim anlayabilir? Belirtmiş olsa bile, örneğin karatedeki "siyah kuşak" ile "kara kuşak" arasında fark gördüğünü söyleyebilir miyiz?

iii Kozmopolit dil anlayışıyla ya da dilde kozmopolit tutumla, idealci (idealist) dünya görüşüne kayma olduğu da vurgulanmalı, sanırız. Çünkü, bu tutumu benimseyenler, öznel yeğlemelerine, dilsel kuruntularına, sanılarına, vb., kısaca bireysel Türkçelerine ve Türkçe kullanımlarına çeşitli biçimlerde toplumsallık, genellik, evrensellik yüklemektedirler. Ancak bu, kozmopolit dil anlayışının temelinde idealcilik olduğu anlamına gelmez. Ardıl, öncülü koşullamaz. Kaymadan söz etmemiz de, Öner Ünalan'ın, kozmopolit dil anlayışının "felsefi temeli olmadığını" söylemesi de bundandır.