Kitapları | Alıntılar

BİLİMSEL TERİMLERİN TÜRKÇELEŞTİRİLMESİ ÜZERİNE (II)[i]

Birbiriye ayrı minderlerde güreşen iki güreşçi durumuna düşmekten kurtulmamız için Dr. Cangızbay'la tartışmamızın "konuyla ilgili" vargılarını özetleyip bir çeşit "tartışma tutanağı" düzenlemek yararlı görünyor. Kuşkusuz, tek yanlı düzenlenmiş bir tutanakla ilgili söz hakkı saklıdır.


TARTIŞMA TUTANAĞI

1) Dr. Cangızbay son yazısında[1] "her dil başka dillerden sözcükler almıştır" olgusunu kullanmaktan vazgeçti. "Sözcükler adları oldukları şeylerin tanımları değildir" yarı-doğru önermesini bıraktı. "Sözcükler adları oldukları şeylerin en kısa tanımları da olabilir" doğru önermesine, ondan çıkarılıp da dil geliştirme bakımından çok önemli olan sonuçlara değinmiyor. Böylece tartışma bunlarla ilgili yanıyla bitmiş görünüyor.

2) Tartışmada konu öznel değil, nesnel gerekçelerle sınırlanmalıdır. Dr. Cangızbay konuyu yalnız bilimsel terimlerle sınırlamıştı. Bunu öznel bulup gerekçemi de söyledim. O gerekçe sataşmalarla geçiştirilemez. Konunun öyle sınırlanamayacağını bir daha göstereceğim. Bunu "nesnellik" uğruna yaptığım da bir daha görülecek.

3) "... bir hakikat var, o da 'bilim dili'nin son kertede dilin değil, bilimin işleyişiyle belirlenecek olduğudur." diyen Dr. Cangızbay'dır. Bu önermeden ilk ve açıkça anlanan şeyi yazıp "Dr. Cangızbay boşuna uğraşmayın bu işle diyor", dedim. Böyle derken şu olguyu da göz önünde tuttum: Düşünceden ayrılamaz bir toplumsal ürün olan bilim dili, dilsel gelişmenin, toplumsal-ekonomik gidişin ve -kimi ülkelerde olduğu gibi- bunlara bilinçle karışan insan istencinin de ürünüdür. Önermesindeki eksik ve aksak yanı görmezlikten gelip, sözümü "söylemediklerini söyletmem" sayıyor. Oysa yalnız onun söylediği şeyi söyledim.

4) Dr. Cangızbay'ın "Türkçeleştirme yollarına ilişkin öneri, değerlendirme ve temellendirmeleri" varmış. Saydıkları, bir yöntem geliştirmeye yeter. Ama ortada ne bir yöntem var ne de uygulanışı. Verdiği iki örnek, yalnızca, bilimsel terimleri çevirmenin sakıncalı olduğunu gösterme amacı güdüyor. "Çeviri-dışında yollar" dediği nelerse, her birine göre Türkçeleştirilmiş bilimsel terimlere ayrı ve somut örnekler vermesini beklemek, benden çok Cumhuriyet Bilim Teknik okurlarının hakkıdır.

5) Konuyu dağıtma eğilimi gösterip diyor ki: "Yazar, 'bilimsel terimler' kategorisini sahte bir kategori, 'bilim dili' sorununu da yapay bir sorun olarak görüyor; ama her nedense bunu açıkça belirtmiyor."

Kategoriler Aristoteles'ten günümüze gözden geçirilirse görülür ki "bilimsel terimler" diye bir kategori yoktur. Bu kategori benim için bilinmedik, yepyeni bir yaratmadır. Düzmece olup olmadığını ancak Dr. Cangızbay onu açıkça ortaya koyduktan sonra görüp söyleyebilirim.

"Bilim dili sorunu"na gelince, böyle bir sorun tanımıyor, işi bilimin işleyişine bırakıyor sandığım (?) için üzerinde durmamıştım. Duracağım.


DİL DEMOKRATTIR

İlk yazımda diyorum ki: "Hiç kimse 'yabancılaşma' dendiğinde, bu felsefe teriminin kavramsal içeriğini, daha önce öğrenmemişse, Hegel'den Marx'a değinki gelişimiyle anlayamaz, bilemez." Dr. Cangızbay diyor ki: "Yazar da dahil, çoğu kişi bu terimle işaret edilmek istenen kavramı özel olarak, yani sözlüklerden değil de felsefe ve sosyoloji kitaplarından öğrenmek gerektiğinin farkına varmıyorlar."

Böylelikle önermemi yinelemiş olmuyor, öğrenme biçimini vurguluyor; çünkü başlıca dayanaklarından biri bu.

Bir saraçlık terimi de söylendiğinde, daha önce öğrenilmemişse, kavramsal içeriği anlanamaz, bilinemez. Bu, bütün sözcükler için geçerlidir. Öğrenmek bütün kavramlar (sözcükler) için zorunluktur. Dil demokrattır, ayırım gözetmez. Bunu herkes bilir.

Üzerinde anlaşılamayan şu: Çoğu sözcüğün kavramsal içeriği öğreniliverir. Saraçlık terimlerinin kavramsal içeriklerini öğrenmek, istençli çaba gerektirir. Kimi bilimsel terimlerin kavramsal içeriklerini öğrenmek ise bir önyetişim, disiplin ve zaman gerektirir. (Kimi bilimsel terimlerin diyorum; çünkü birçok bilimsel terimin kavramsal içeriğini öğrenmek, herhangi bir uğraşla ilgili özel bir teriminkini öğrenmekten kolay olabilir.) Dr. Cangızbay bu kimi bilimsel terimlere apayrı bir gözle bakıp üstüncelik tanıyor. Şimdi konu onun sınırladığından da çok sınırlandı; ama bu, kendi "öznel" yaklaşımının sonucudur.

Salt "kavramsal içeriklerini öğrenmek bir önyetişim, disiplin ve zaman gerektiridiği için" kimi bilimsel terimler öbür sözcüklerden farklı olabilir mi? Hayır! Öyle olsaydı, bu onların "dil" ile ilişkilerine yansırdı. Oysa "dil" kendisiyle ilişkilerinde onlara da öbür sözcüklere olduğu gibi davranır. Bilimsel terimlerin özel önemi, ilgili oldukları konuyla sınırlıdır ve pratiğin doğal sonucudur. Saraçlık terimlerininki de öyledir. Yabancı kökenli bir bilimsel terime Türkçe karşılık bulmak, sıradan bir yabancı sözcüğe karşılık bulmaktan kolay da, güç de, olanaksız da olabilir. Ancak, sıradan bir yabancı sözcüğe de Türkçe karşılık bulunamayabilir. Konu bilimsel terimlerle sınırlanamaz.

Yabancı kökenli bilimsel terimlerin "Türkçeleştirilmesi" ve "kavramsal içeriklerinin öğrenilip öğretilmesi" ayrı şeylerdir. Dolayısıyla onları Türkçeleştirmenin amacı, kavramsal içeriklerini böylece, tarihsel gelişimleriyle öğrenip öğretivermek olamaz.

Yeri gelmişken söyleyeyim: Ulusal dilimizi koruyup geliştirmenin amacı, onu daha iyi bir düşünme ve iletişim aracı kılmak, ulusal kimliğini sürdürmek, başka şeylerle birlikte bunlardan da destek alarak daha yüksek bir toplumsal yaşama doğru ilerlemektir. Onun içindir ki "dilsel sorun" özünde ideolojik ve politiktir; bir ana sorunun dil ile ilgili yansımasıdır. Bu bağlamda "bilim dili sorunu" da kendiliğinden yerini alır.


ÇEVİRMEK VE TÜRKÇELEŞTİRMEK

Dr. Cangızbay, "'çeviri' kavramını 'Türkçeleştirme'yi de kapsayacak şekilde olağanüstü genişletiyor" diyerek, üzerinde anlaştığımız ortak çeviri ve Türkçeleştirme kavramları varmış gibi davranıyor. Böyle kavramlar olmadığı yazdıklarımdan bellidir. Bu yüzden, Dr. Cangızbay çeviri kavramını aşırı daraltıyor veya iki dil arasında yalnız çeviriyle kurulabilen ilişkilerin başka yollarla da kurulabileceğini öne sürüyor demeyeceğim. Aşağıda yapacağım gibi o da kendi çeviri ve Türkçeleştirme kavramlarını açıkça ortaya koymalıdır ki havanda su dövmeyelim.

Çevirmek bir dilde söylenmişleri başka bir dilde yinelemektir. Bu yineleme öyle olmalıdır ki, ilk dilde söylenmişlerden o dil ile ne anlanıyorsa, ikinci dil ile de o anlanmalıdır. Dil düşünceden ayrılamaz. Çevirmek denen yineleme önce bir düşünme, kavrama, sonra da dile getirmedir. Bu yinelemeye uygun düşünüşün, kavrayışın dil ile yansıtıldığı biçim ne ve nasıl olursa olsun, ürün çeviridir. "Black hole" karşılığı "karadelik" çeviridir. Eski Yunan Tanrısı Hermes ile Aşk ve Güzellik Tanrıçası Afrodit'in adlarından gelen "hermaphroditos" terimi, kavramsal içeriğinden işe başlanıp bir tanım ad'a varılarak erdişi diye çevrilebilir (çevrilmiştir). Çevirmek, dilimizde türetme ekleriyle veya sözcükleri bitiştirmekle yeni sözcükler yaratmayı, çeşitli anlamlara gelen uygun bir sözcüğü daha başka bir anlamda kullanmayı, bir sözcüğün bir deyimde kazandığı anlamdan yararlanmayı (para yatırmak, yatırım, investment) vb. gerektirebilir. Yinelemenin böyle çeşitlenmeler göstermesi zorunluktur.

Bir dilde söylenmiş her bir şey başka bir dilde yalnız bir tek biçimde yinelenebilir diye bir kural yoktur. Bir dilde söylenmiş her şeyin başka her dilde yinelenebileceğini gösteren bir olgu da yoktur.

Yabancı kökenli bir bilimsel terim Türkçeye çevrildikten sonra toplumsal bakımdan çok dar anlamda Türkçeleştirilmiş olur. Türkçe karşılık pratiğin sınavından geçmelidir. Bundaki başarı toplumsal anlamda Türkçeleşme veya Türkçeleştirmedir. Bu da bütün sözcükler için geçerlidir. Her yeni Türkçe karşılık başlangıçta bir öneridir.


ÖRNEKTE DEVRİM

Culture karşılığı ekin sözcüğünün (toplumbilim terimi olarak) yanlış çeviri olduğunu öne sürmek için Dr. Cangızbay gibi sözü uzatmak gerekmez. Latince emek'ten tapmak'a değin çok çeşitli anlamlarda kullanılan colo'dan türemiş cultus ve cultura da, doğal olarak çok çeşitli anlamlara gelir. Öyle ki Eski Latin yazarlardan örnekler incelenirse, bugünkü kültür kavramının ilk sürgünleri görülebilir.[2]

Ekin yanlış bir çeviriyse ne olur? Birincisi, bir yöntemin yanlış uygulanmasından doğan sonuçlar o yöntemin yanlış olduğunu göstermez. İkincisi, ekin yanlış çeviriyse, yanlış bir örnektir. Yanlış örnek, örnek olamaz. Dr. Cangızbay çevirinin sakıncalı bir yol olduğunu ancak doğru çeviri örnekleriyle kanıtlayabilir.

Yazısında, ekin örneğini vermeden önce, başka bir sözcüğü anarak diyor ki: "Fransızlar bu kelimeye daha da soyut bir anlam yüklüyorlar ve ..." Peki, sözcüklere anlamlar yüklenebiliyorsa, ekin'e anılan anlamın yüklenemeyeceğini hangi hakla söylüyor? Kaldı ki ekin, dar bir çevrede bile olsa, culture anlamına kullanılıyor. Bu kullanım yaygınlaşırsa, Dr. Cangızbay ekin'i hangi bilimsel gerekçeyle kullanmayacak? Ayrıca, ekin sözcüğünün "kavram kargaşasına"[ii] giderek "türlü gizli-cahilliklere" yol açacağını söylemesi de gösteriyor ki Dr. Cangızbay "bir terimi Türkçeleştirmek" ve "onun kavramsal içeriğini tarihsel gelişimiyle öğrenip öğretmek" gibi iki ayrı şeyi karıştırıyor.

İkinci örneği şöyle: "Bu konuda bir örnek olarak, çeviri yoluyla Türkçeleştirilirken yapısına içkin durumdaki Fransızca dizinleme modeline sadık kalınmış olmasından ötürü devrim karşıtı'nı ya da devrim yıkımcı'yı karşıt bir devriminki de olsa, yine de devrimciymiş gibi gösteren 'karşı devrimci' (contre-révolutionnaire) terimini sayabiliriz."

Sataşmalarından birinde söylediklerine bakılırsa, karıştırmayı pek önemsemez göründüğü sözlüklerden biri şöyle diyor: "antirévolutionnaire s. ve ad. Devrime, devrimciliğe aykırı. Devrime karşı, devrim karşıtçısı." "contre-révolutionnaire s. va ad. Karşı devrimci."[3] Demek ki, sözlük karıştırmadığı için, antirévolutionnaire ile contre-révolutionnaire'i karıştırıyor. Böylece örneği örnek olmaktan çıkıyor. Bu vesileyle de görülüyor ki bir terimi Türkçeleştirmek (revolution-devrim) onun kavramsal içeriğini öğrenip bilmeye yetmiyor.


YABANCILAŞMA

Şimdi Melih Cevdet Anday'ın verdiği, Dr. Cangızbay'ın da benimseyiverdiği "yabancılaşma" örneğiyle başbaşa kaldım.

Hegel'in felsefesinde yabancılaşma, düşüncenin kendisine yabancılaşmasıdır. Saltık düşünce (absolute idea) dışsallaşıp doğa ve insan tarihi olarak nesnelleşir; böylelikle nesneler çokluğunda dağılmış, özgürlükten yoksun bir düşünce olarak (saltık olmaktan çıkarak) kendisine yabancılaşır.

Feuerbach'ta yabancılaşma, düşüncenin kendisine yabancılaşması değildir; insanların kendi güçlerini, özelliklerini, vb. düşsel ve yanılsatıcı bir dünyada (öte dünyada) da görmeye başlamaları sürecidir. İnsanın yarattığı dinin ona egemen olması...

Marx'ta yabancılaşma kavramı teorik olarak Hegel ile Feuerbach'a bağlanır, ama nesnel toplumsal nedenlere dayandırılmıştır. Belirli tarihsel-toplumsal koşullarda, insanın eylemleri ve onların ürünleri insanın denetiminden çıkıp ona egemen olur. Yabancılaşma budur. Marx'tan kısacık bir alıntı:

"İşçi nice servet üretirse, üretimi güç ve çokluk bakımından nice artarsa, onca yoksullaşır. İşçi ne denli çok meta üretirse, kendisi o denli ucuz bir meta olur. İnsanlar dünyasının değer yitirmesi, nesneler dünyasının değer kazanması ile doğru orantılı artar. Emek yalnız metalar üretmez: Kendisini ve bir meta olarak işçiyi de üretir; ve genelde aynı oranda üretir.

"Bu olgu yalnızca şunu gösterir: Emeğin ürettiği nesne -emek ürünü- yabancı (alien) bir şey olarak, üreticiden bağımsız bir güç olarak, ona karşı durur. Emek ürünü, bir nesnede somutlaşmış, maddeselleşmiş emektir; emeğin nesnelleşmesidir. Emeğin gerçekleşmesi, onun nesnelleşmesidir. Bu ekonomik koşullarda bu emek gerçekleşmesi işçi için kendi gerçekleşmesinin yitimi; nesnelleşme nesnenin yitimi ve nesneye kölelik; mal edinme yoksunlaşma, yabancılaşma (alienation) olarak görünür."[4]

Yabancılaşmanın özünde yatan, var olan bir yakınlığın yok olmasıdır veya yabancılık ilişkileri bulunmayan bir durumdan öyle ilişkiler bulunan bir duruma geçmedir. Yabancılaşma birçok ilişkide görülür. Günümüzde, insanlığın yarattığı bilim ve tekniğin insanlığı birçok kez yok etmeye yeter silah üretmiş olması yabancılaşmadır. İnsan doğanın parçasıdır. Çevre kirliliği insanın doğaya, doğanın insana, insanın kendisine yabancılaşmasıdır. Şavaş en korkunç yabancılaşmadır.

Yabancılaşma kavramı ilkin Almancada fremd (yabancı) sözcüğünden türetilmiş Entfremdung (yabancılaşma) ile dile getirilmiştir. İngilizceye alienation, Fransızcaya da aliénation diye çevrilmiştir. Bu iki sözcük kökendeş ve özdeştir. Latincede gelişmeleri şöyle izlenir: Kök alius'tur (başka, öbür, öteki, diğer); ondan alienus gelir (1. Başka kişinin veya nesnenin olan; akrabalığı, yakınlığı, ilgisi, ilişkisi olmayan; yabancı, ecnebi; 2. Bir şeye yabancı, uygunsuz, elverişsiz, karşıt, düşman; çılgın, deli); onu alieno izler (1. Satarak vb. elden çıkarmak, başkasının malı etmek, devretmek, terketmek; 2. Düşman etmek, aleyhine çevirmek, soğutmak, yitirtmek; çıldırmak, delirtmek); ondan da alienatio türer. Üç dildeki karşılıklı durum şudur:

Latince alienus, alieno, alienatio
Fransızca aliéné, aliéner, aliénation
İngilizce alien, alienate, alienation

Bu üçlüde kök, türeme, anlam birliği vardır. Bu bilgiler Entfremdung'un o iki dile özdeş ve bir biçimde çevrildiğini gösterir. (Dr. Cangızbay'ın yazdıklarıyla karşılaştırınız.[5])

Yeni bir üçlü kuruyorum:

Almanca fremd, Entfremdung
İngilizce alien, alienation
Türkçe yabancı, yabancılaşma

Çeviri bu üçlüde düşünüş, kavrayış ve dile getiriş bakımından yetkin uygunluk gösterir. Düşünce birliği üç ayrı dilde dil birliği gibi biçimlenir.

Yabancılaşmayı tarihsel gelişimiyle öğrenmemiş biri (Dr. Cangızbay'ın kimi öğrencileri gibi) "uzun yıllar sonra köyüne dönen Alamancı işçinin durumunu" yabancılaşmaya örnek gösterirse bu, birincisi, onda gözlem gücü var; ikincisi, "yabancılaşma" sözcüğü ile, düşünerek, "var olan bir yakınlığın yok olması" anlamında genel yabancılaşma kavramına ulaşıyor demektir. Dilimizin daha iyi düşünme aracı olmasından anlaşılmak gereken de budur. Entfremdung, alienation, aliénation, sözcükleri, ilgili dilleri bilmeyen bir Türkü böyle düşündüremez. Görülüyor ki "yabancılaşma" sözcüğü, sanıldığı gibi, kökünü ve eklerini bildiğimiz için bizi "aliénation" kavramından yoksun bırakmış değildir. Tersine, "yabancılaşma" ile o kavrama kavuşup dilimize ve kendimize yabancılaşmaktan kurtuluyoruz.


1 Kadir Cangızbay, "Çeviri Yolu ile 'Bilim Dili' Yaratılabilir mi?", Cumhuriyet Bilim Teknik, sayı 132, 16 Eylül 1989.

2 Bkz.: Faruk Zeki Perek, İzahlı Lâtince-Türkçe Sözlük, c. I, İbrahim Horoz Basımevi, İstanbul, 1952.

3 Tahsin Saraç, Büyük Fransızca-Türkçe Sözlük, Adam Yayınları, Ekim 1985.

4 Karl Marx, Friedrich Engels, Collected Works (Progress Publishers, Moscow, 1975), vol 3., pp. 271-272.

5 Dr. Cangızbay diyor ki: "Şöyle ki, 'yabancılaşma' teriminin İngilizcedeki karşılığının da, yabancı anlamına geldiğini ileri sürdüğü 'alien' kelimesinden türetildiğini söyleyerek, Sayın Anday'ın değindiği konuya teğet geçiyor. İngilizce'de de 'yabancılaşma'nın 'yabancı'dan türetilmiş olması yazara yetiyor (olacaktı). Oysa durum İngilizce'de de yazarın sandığı gibi değil, hele Fransızca'da hiç değil; zira bu ikincisinde 'alien' diye bir kelime hiç mi hiç yok. Andığımız bu iki dile de 'aliyenasyon' kelimesi Latince'deki alienare (kişinin kendisine ait olan bir şeyi başkalarına, kendi dışındakilere, öteki kişilere devretmesi, teslim etmesi, terketmesi, bunlar lehine kaybetmesi) fiilinden geliyor."


i Ragıp Gelencik, "Bilimsel Terimlerin Türkçeleştirilmesi Üzerine (II)", Dil ve Politika (Fe Yayınları, Ankara, Kasım 1993), s. 157-166. Bu yazı ilk kez Cumhuriyet Bilim Teknik dergisinde (Ragıp Gelencik, "Bilimsel Terimlerin Türkçeleştirilmesi Üzerine (II)", Cumhuriyet Bilim Teknik (dergi), sayı 139, 4 Kasım 1989.) yayınlanmıştır.

ii "Kavram kargaşası" deyişinin eleştirisi için bkz.: Nusret Hızır, "Kavram Kargaşası", Bilimin Işığında Felsefe (Adam Yayınları, İstanbul, Haziran 1985), s. 41-44.

Nusret Hızır, "Kavram Kargaşası" adlı yazısına, "Kavram kargaşası sözü, son zamanlarda bir türlü halk deyişi olma yolunda. ... Şimdi amacım, bu sözün içeriğini küçük bir inceleme yardımı ile açıklamaktır." diye başlar; "kargaşa" sözcüğünü tanımlar; kısaca, kavramın işlevinden sözeder; "Kavramlarda kargaşa, başka deyişle, kavram kargaşası, olabilir mi? Olursa nasıl olur? Bunu inceleyelim: ..." diyerek, felsefede ve insanbilimlerinde çelişik, çatışık, vb. kavramları örnekler; ve yazısını şöyle bitirir: "Günlük yaşamda durum nasıldır? Batılılık kavramını alalım. Diyelim ki çok sayıda kişi, batılılığı başka başka anlıyor. Bu toplulukta batılılık söz konusu olunca, düşünceler birbirinden ayrılır. Belki birbirine yakın anlamları öne sürenler arasında, başkalarına karşı gruplanmalar meydana gelir, belki böyle bir şey olmaz. Herhalde düşünceler arasındaki ayrılıklar, öbür alanlarda olduğundan daha sık olur. Ama bu bir kargaşa mıdır?

"Kargaşa deyince, her kafadan bir sesin çıkması, hatta her kafanın birkaç kez kavram değiştirmesi, böylece durumun tam anlamıyla kör dövüşüne dönüşmesi gerekir. Oysa, yurdumuzda kavramlar çatışıyor, ama kargaşaya benzer bir durumdan söz edilemez diye düşünüyorum."